İki şair, iki modernite eleştirisi: Necip Fazıl ve Nazım Hikmet
Uzun bir süredir dünya ve Türkiye siyasetindeki kısa dönemli dalgalanma ve uzun dönemli trend
değişimlerini, hem sınıfsal hem de ahlaki çatışma alanlarını anlatan yazılar paylaştım. Arada da, özellikle Ramazan Özel yazılarımda, tasavvuf ve felsefe ile ilgili yazılarım da oldu. Ancak onlar da, yine, bugün yaşadığımız sıkıntılı ve çatışmalı ortamla dolaylı yoldan alakalıydı. Bu yüzden bugün sizlerle Türkiye’nin gündemindeki tartışmalardan uzaklaşmak istedim. Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyetin ilk yıllarına bir zaman yolculuğu yapalım ve hep beraber Cumhuriyet Dönemi’nin iki büyük şairini ve eserlerini farklı bir bakış açısından ele alalım. Bu anlamda ilk önce iki büyük şairimizi kısaca bir tanıtalım. Şiirlerinden örnekler verelim. Sonra da şiir anlayışlarını değerlendirelim. Haydi, Necip Fazıl ve Nazım Hikmet bizi bekler…
I. NECİP FAZIL KISAKÜREK (1904-1983) – BİREYİN METAFİZİKSEL VE PSİKOLOJİK KRİZİ
Necip Fazıl Kısakürek, 1904 yılında İstanbul’da varlıklı ve aristokrat bir ailede doğdu. İlköğrenimini
Fransız okullarında tamamladıktan sonra, Mekteb-i Fünun-ı Bahriye’de eğitim aldı. Daha sonra Paris’e
giderek Sorbonne Üniversitesi’nde felsefe eğitimi gördü. Bu dönemde Batı düşüncesi ve edebiyatıyla
tanıştı, özellikle Baudelaire ve Mallarmé gibi şairlerden etkilendi.
1925 yılında Örümcek Ağı, 1928’de ise Kaldırımlar adlı şiir kitaplarını yayımladı. Bu eserler, modern
şehir insanının yalnızlığını ve varoluşsal kaygılarını işleyen ilk dönem şiirlerini içeriyordu. Ancak 1934
yılında Nakşibendi şeyhi Abdülhakim Arvasi ile tanıştıktan sonra, düşünsel ve sanatsal yönü büyük bir
değişim geçirdi. Bu tarihten sonra mistisizme yönelerek, İslamcı dünya görüşünü benimsedi ve yazılarını bu doğrultuda şekillendirdi.
Şiir dışında tiyatro, deneme ve felsefi metinler kaleme alan Necip Fazıl, Büyük Doğu hareketinin öncüsü olarak, Cumhuriyet dönemi düşünce hayatında önemli bir figür haline geldi. Ancak sanat anlayışı ömrünün büyük kısmında toplumsal sınıfların mücadelesine odaklanmadı; onun şiiri çoğu zaman bireysel bir ruhsal yolculuğu ve metafizik arayışı merkezine aldı.
Necip Fazıl’ın şiir tarzı Fransız Sembolistleri’nin çok kuvvetli etkisini taşır. Zaman içerisinde Milli Şiir Akımının içinde yer alarak Türk halk şiirinden de beslenmiştir. Bu yüzden tâ şairliğinin başından beri hece ölçüsü ile modern batı şiiri formlarını bir potada eriten bir şiir anlayışına sahip olmuştur.
Genelde yukarıda belirttiğim gibi şiirlerinde kendi içindeki hakikat yolculuğunu anlatmaya gayret etmiştir. Bununla birlikte, son dönemdeki siyasi içerikli şiirlerinde topluma yüksek sesle hitap eden bir hatibin sesini duyarız. Tıpkı Mehmet Akif’in Fatih Kürsüsünde ve Süleymaniye Kürsüsünde........
© Gazete Damga
