“Korkusal” Yansımalar: İran Sinemasında Korku
Çok katmanlılığı ve duygusal yoğunluğuyla ön plana çıkan İran sineması dendiğinde akla ilk gelen, çoğunlukla dramatik yapımlar olur. Nitekim hüznü ve acıyı en trajik insan hikâyelerine ilmiklemeyi ustalıkla başaran İran sineması, bu hislerle yoğrulmuş topraklarından beslenerek köklerini sağlamlaştırmıştır. Bu nedenle İran yapımı bir filme karşı duygusal bir beklenti duymak boşa değildir. Peki, İran kültürü ve entelektüel faaliyetleri, sadece dramatik yapımlarla mı sınırlı kalmıştır?
Din ve inancın baskın olduğu bu yoğun halk kültürü içinde mutluluğun ve acıların olduğu kadar korkuların da hatırı sayılır bir yeri vardır ve İran sineması bu konuda da Doğu mistisizmini etkili şekilde kullanan başarılı yapımlara imza atmıştır. Üstelik dramatik temaların gölgesinde kalsa da korku, İran kültürünün hemen her alanına sirayet etmiş, canlı ve devingen bir yaptırım unsurudur. Politik ve ideolojik korkular bir yana, doğrudan halk geleneklerinden ve yüzyıllara meydan okumuş Zerdüştlük kültüründen günümüze aktarılan “cin,” çok sayıda varyasyona sahip “şeytan,” ölüm perisi “banshee”, kan emci kadın figürü “dearg due” gibi folklorik korku ögeleri, bugün hâlâ toplumu ve sosyal yaşantıyı tahakkümü altına alan, deyim yerindeyse gölge etmenlerdir. Bunun bir nedeni, korku kültürünün ürkünç yaratıkların yanı sıra ölüm, doğa, kader ve diğer dünya temaları üzerine inşa edilmesi, bu yüzden günlük yaşantıyla bütünleşmiş doğal bir yanının bulunmasıdır. Bir diğer neden ise her korku unsurunun aynı zamanda güçlü alegorik bir damardan, yerel ritüellerden ve çağdaş endişelerden beslenmesi, dolayısıyla canlılığını her daim korumasıdır.
Bu listemizde merceğimizi İran sinemasının karanlık dehlizlerine tutacak ve köklü bir korku geleneğinin beyazperdeye nasıl yansıdığını ele alacağız.
Kız Yurdu (Yön. Mohammad Hossein Latifi, 2004)
1900’lerde daha ziyade polisiye gerilimine odaklanan İran sineması, 2000’li yıllarla beraber korku etkisini paranormal olaylar, efsaneler, cinler ve şeytanlar gibi dînî-kültürel bir çerçeveyi de eklemiştir. Bunun bir örneği olan Kız Yurdu (2004), İran sinemasının korku türünde de ne kadar başarılı yapıtlar verebileceğinin göstergesi olmuştur.
Rüya ve Şirin, üniversite eğitimleri için Tahran yakınlarındaki Sarkuh bölgesinde okumaya giden iki kızdır. Ailelerini şehir dışında okumaya güç bela ikna ederler; fakat Sarkuh’ta beklemedikleri bir senaryo ile karşılaşırlar. Okul yurdunun tadilata girmesi nedeniyle geçici süreliğine, metruk bir binadan çevrilmiş bir pansiyonda oda kiralamaları gerekir. Sakine Hanım’ın işlettiği, karanlık ve donuk duvarların hâkim olduğu bu bina, geçmişinde tanık olduğu skandal olayların pençesinden hâlâ kurtulamamış bir yapıdır. Çevre halkı, geceleri yankılanan kadın çığlıkları yüzünden buraya bir tür iblisin musallat olduğuna inanmaktadır. Etrafta düğün günü kaybolan gelin vakalarının yaşanması, binada kanlı gelinliklerin bulunması gibi olaylarla beraber kız yurdu, korkunun ve ölümün kol gezdiği şüpheli bir mekâna dönüşür. Ne var ki cinin musallat olmasının altında Rüya ve Şirin’in ummadığı bir başka el dolaşmaktadır. Bu unsurla beraber film, paranormal olaylarla başlayan kurgusunu polisiye bir çizgiye kaydırır.
Balık ve Kedi (Yön. Shahram Mokri, 2013)
1990’ların sonlarında İran, “insan eti servis eden lokanta” vakasıyla çalkalanmıştır. Gerçekliği sorgulanan bu sıra dışı olay, daha sonraları Balık ve Kedi (2013) gibi sanatsal eserlere konu olmuş, böylelikle perdeye gerçekçi bir korku öyküsü yansımıştır. Yönetmen Shahram Mokri’nin 21 Grams (2003), Marriage Story (2019) gibi yapımlardan esinlenerek çekim teknikleri üzerine özel olarak çalıştığı film, birbiriyle iç içe geçmiş üç öykünün tek noktada buluşması şeklinde ilerler. Bu tekniği pratikte uygulamak için Morki, çok katmanlı bir kurgu yapısı oluşturabileceği korku türünü tercih etmiştir. Hikâye, uçurtma şenliği için Hazar Gölü kıyısında kamp yapan gençlerle başlar.
Tek plan çekimiyle başlayan görüntüler, gençlerin karşılaştığı iki tekinsiz adamla bölünmeye başlar. Adamlar, insan eti servis eden bir lokantada çalışmaktadır ve gençleri kurban olarak gözlerine kestirmişlerdir. Hikâye ilerledikçe Mokri, katillere kelimenin tam anlamıyla yem olmaktan kaçmaya çalışan gençlerin dehşetini doğrudan perdeye yansıtmak yerine karakter geçişleri ve zaman döngüleriyle hissettirmiştir. Bu yapı içinde bir karakterin başka birine uzaktan baktığı sahneler, bir sonraki sekansta ikinci kişinin bakış açısından yansımaya başlar. Böylelikle fiziksel bir kesintisizlik için somut şiddetten çok, atmosferik paranoya olarak nitelendirebileceğimiz başarılı bir algı oyunu izleriz. Finalde ise noktalanmış bir sondan ziyade, tabir yerindeyse zaman çizelgelerini çakıştıran bakış açısı örüntüleri, gerçekliği dairesel bir döngüde nasıl hapsedebileceğimizi gösterir.
A Girl Walks Home Alone at Night (Yön. Ana Lily Amirpour, 2014)
Yayınlandığı dönemde çok ses getiren İran yapımı korku, ülkenin sinematografisinde “ilk”lere imza atan A Girl Walks Home Alone at Night’tır (2014). O dönem dünya genelinde vampir konusu, ekran gündeminde geniş yer tutarken çağına ayak uyduran İran sineması, western tarzı ilk vampir filmini ortaya koymuştur. Bunun........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Gideon Levy
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein