Tüketim Kültürüne Alternatif Bir Bakış
Bitirmek ve yok etmek ifadeleri ekseninde kendine evrensel bir alan açan tüketim, toplumu ilgilendiren kavrayışların en başında gelmektedir. Zamanla farklı anlamlar kazanan tüketim kavramı, günümüzde olumlu ve olumsuz etkilerini “tüketilen” olmasıyla iki kutuplu bir anlam üzerinden tartışır. Kültürün bir tüketim nesnesi olarak yeniden yorumlanıp uluslararası etkileşime uyumlanması arzu edilenin tutum ve davranış seti olarak şekillenir. Philip Kotler ve Gary Armstrong bu bağlamda toplumun temel değerlerini bilinç ve algılama süreci üzerinden örneklendirir. Arzuların kültürü ve tüketimi aktive edebileceğine dair fikir beyan eden ikili, kültürel olanın tüketim nesnesi hâline gelişini organik bir sonuç olarak ilişkilendirmektedir. [1]
Öte yandan teknolojinin sonsuz olanaklarıyla çevrelenen medya sektörü düzenli olarak gelişip dönüşmeye devam eder. Kültür, medya ve toplum birbiri içinde erirken yeni bir eleştirel teoriyi de gündeme getirir. Kültürün politik ve sınıfsal bir yansıması üzerine yoğunlaşan meta fetişizmin yabancılaşma kavramıyla etkileşime alınarak iktidarın kültürel tahakkümüne dikkat çeker. Gündelik hayatın her alanını kültür endüstrisi ve tüketim kültürü ile metalaştıran bu görüş tüketilenin ideolojik ve para merkezli açılımlarına odaklanır. Sürekli kendisini yenileyen kültür, tüketim ile birlikte kitle kültürüne yönelir. [2] Bugün gündelik yaşamımızın her alanında maruz kaldığımız tüketim, çoğu kez birer kültür veya sınıfsal bir mesaj üzerinden bizlere empoze edilmektedir. Bu liste, toplumun kültür ve tüketim pratiklerini etkileyen olası nedenler üzerine yoğunlaşan filmleri söz konusu kavram bağlamında ele almayı amaçlamaktadır.
La Dolce Vita (Yön. Federico Fellini, 1960)
İtalyan sinemasının yapı taşları arasında anılan La Dolce Vita, gazeteci Marcello’nun Roma’nın ileri gelenleri hakkında sansasyonel bir haber peşinde sürüklenmesini merkeze alır. Basın davetleri ve düzenlenen lüks partiler etrafında kendi kimliğini yeniden sorgulayan Marcello, onur konuğu olarak geceye damga vuran Sylvia ile tanışır. Üstelendiği görevi unutup tüm motivasyonunu Sylvia’yı etkilemek üzerine inşa eden genç adam elit sınıfın gündüz gördüğü düşlerin arasında kendisine yer edinmeyi arzular. Bir nevi Roma aydınları ve getto insanları arasında oluşan farkı tatlı bir hayat ideası bağlamında sorgular. Fakat Marcello ne Roma’daki bu önemli azınlık kadar popüler ne de kenar mahalledeki yurttaşları gibi desteğe muhtaçtır. Hiçbir sınıfa ait olamayan Marcello renkli gece hayatı ve güzel kadınlarla üst sınıf olarak adlandırılabilecek bir mertebenin rüyasına kapılır. Öte yandan gazetecilik mesleğini tartışmaya açan karakter, dönemin basın özgürlüğü ve haber değeri niteliğine güçlü bir eleştiri sunar. Her ne kadar meslek etiği bağlamında doğrunun peşinde olsa da magazin değeri olan bilgileri tercih eder. Özendiği sınıfa kıyasla tüketim toplumunun pençesine düşmüştür artık.
Tarihi ve kültürel bir kent olan Roma’nın La Dolce Vita perspektifinde yaşayan bir mekâna dönüşümü imge üretiminin ana kaynağı olarak ele alınabilmektedir. Keza Roma’da ikâmet eden aydın sınıf kültür endüstrisinin önemli çarklarından birini oluşturur. Medya ve iktidarı veya aydın kesimi doymak bilmeyen bir tüketici konumuna yerleştiren Fellini, kapitalist insan doğasını açgözlülükle harmanlar. Uzun sarı saçlarıyla arzu uyandıran bir figür olarak Sylvia’nın bu kültüre olan hizmeti Marcello ve diğerleri tarafından ulaşılamaz olan fetiş nesnesine ithaf edilmesiyle kutsallaştırılır. Böylelikle insan ilişkilerini ve romantik birlikleri birer magazin ürünü olarak ele alan Fellini, sinema tarihini derinden etkileyen muazzam bir yapıt bırakmış olur.
The Holy Mountain (Yön. Alejandro Jodorowsky, 1973)
Psikoterapist yönetmen Alejandro Jodorowsky’nin insan bilincini zorlayan sinema dili çoğu zaman takibi zor; ancak bir o kadar da sürükleyici bir anlatıma ev sahipliği yapar. The Holy Mountain, bir araştırmacının güneş sistemindeki gezegenleri anlamlandırmak amacıyla birtakım insanla birlikte kutsal tepeye olan yolcuğunu merkeze alır. Dağın zirvesinde evreni yöneten tanrılar ile buluşmak ve dünyadaki kuralların işleyişini çözmek amaçlanır. Ancak tam cevaba yaklaştığımızda film, izlediğimiz her şeyin aslında bir kurmaca olduğu bilgisiyle sonlanır.
Özellikle sembolik sinema anlayışına uygun önemli filmlerinden biri olan The Holy Mountain, Batı kültürünün tüm imgesel kodlarını alaşağı eden bir üsluba sahiptir. Deneysel ve gerçeküstücülük akımına kolaylıkla sınıflandırabileceğimiz yapım, üstlendiği sistem eleştirisini kültür karşıtı bir atmosferde ele almaktadır. Vietnam Savaşı, ekonomik buhran ve siyasi krizler gibi küresel çaptaki sorunlarla geçen 1970’li yıllar, tüketim kültürünün imitasyon ruhsallığı ve maddi kaygıların ayyuka çıkmasıyla toplumsal hafızalara kazınan bir döneme işaret eder. Kültürün ve seçkinlerin yaratmış olduğu sahte ideolojiler tüketime bağlı sınıfsal şiddeti yoğunlaştırmaktadır. The Holy Mountain ise mesihyen bir anlatıyla seyircilere olası bir kurtuluşun imgelemini tezahür etmektedir.........





















Toi Staff
Gideon Levy
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein