Polizei (1988): İki Coğrafya, Bir Beden
Polizei (1988) şimdi Mubi’de gösterimde.
Polizei (1988), Şerif Gören’in kamerası ve Kemal Sunal’ın yüzündeki tanıdık tebessümü aracılığıyla göçmenliğin katmanlı gerçekliğini kahkahalar eşliğinde perdeye taşımıştır. Ama bu kahkahaların arkasında aidiyet, kimlik ve uyum gibi yakıcı sorular bulunmaktadır.
Film, Almanya’da yaşamını sürdüren, yeni bir toplumsal düzen içerisinde kendine bir şekilde yer edinmiş ve ev sahibi toplumun normlarına belirli ölçüde uyum sağlamış göçmen kuşakların deneyimlerini odağına alır. Hicivle toplumsal eleştiriyi başarılı biçimde kaynaştırarak göçmenliğin çok katmanlı bir tasvirini yapar.
Göç süreçlerinin kimlik oluşumundaki rolü yadsınamaz bir gerçektir; göçmen bireyin benlik algısı, hem geldiği toplumun değerlerine hem de yaşadığı yeni toplumun normlarına eş zamanlı maruz kalarak sürekli yeniden müzakere edilir. Stuart Hall’a göre diasporik kimlikler, “geldikleri yerin yönelimi ile yaşadıkları yerin gerçeklikleri arasındaki gerilim içinde” ortaya çıkar ve sabit değildir, sürekli değişim ve yeniden üretim halindedir . Bu perspektiften bakıldığında, yurt dışındaki Türk göçmenlerin kimliği de bir yandan anavatanlarına yönelik duygular, kültürel miras ve iç dayanışma, diğer yandan yerleştikleri Alman toplumunun günlük yaşantısı arasındaki gerilimde biçimlenir. İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen dönemde Türkiye’den Almanya’ya yönelen işçi göçü, göçmen kimliğinin etnik-kültürel süreklilik ile ev sahibi toplumun normları arasında inşa edilen çok katmanlı aidiyet dinamiklerine imkân tanıyan zengin bir inceleme alanı sunar. Polizei, kültürel süreklilik ile toplumsal entegrasyon arasındaki gerilimi görünür kılarak göçmen deneyiminin hem yapısal hem de sembolik boyutlarını sorgulayan kritik bir araç işlevi görür.
Filminin merkezinde, göçmen bir bireyin kimlik arayışı ve buna eşlik eden yabancılaşma duygusu bulunmaktadır. Başkahraman Ali Ekber, çocuk yaşta ailesiyle Berlin’e gelmiş ve Türklerin yoğun yaşadığı Kreuzberg semtinde bir hayat kurmuştur.
Göçmen Olmak
Göçmenlik deneyimi, filmde hem ekonomik hem kültürel boyutlarıyla ortaya konur. Ekonomik açıdan Ali, tipik bir birinci veya “1.5. kuşak” göçmen profilidir: Vasıfsız bir işte ağır şartlarda çalışan, geçimini sağlayabilmek için toplumsal hiyerarşide alt basamaklarda yer alan biridir. Onun gibi birçok Türk göçmen, Almanya’da fabrika işçisi, temizlik işçisi gibi roller üstlenmiştir. Alman toplumundaki Türkler uzun süre “Gastarbeiter” (misafir işçi) olarak anılmış, tam aidiyetleri sürekli sorgulanmıştır. Bu bağlamda, filmin alt metninde Alman karakterlerin Türklere bakışında veya kurallara uyum noktasında çıkan çatışmalardaki ötekileştirici tutumun izlerine rastlanmaktadır. Filmde Ali’nin Almanlarla doğrudan etkileşiminin az olması da buna işaret eder: Alman karakterler genellikle ya otorite (örneğin gerçek polis memurları) ya da yüzeysel ilişkiler (Ali’nin âşık olduğu Babett’in garson oluşu gibi) düzeyinde kalır. Yani, Ali’nin günlük hayatı büyük oranda Türk çevresiyle sınırlıdır. Bu da diaspora yaşamının gettoyu andıran yapısını vurgular: Göçmenler, yerleştikleri ülkede kendi hemşeri mahallelerini, sosyal çevrelerini oluşturur ve çoğunluk toplumuyla ilişkileri sınırlı olabilir. Nitekim Ali, Kreuzberg’de Türklerin işlettiği bakkalda alışveriş yapmakta, Türklerin gittiği kafede vakit geçirmekte, Türk tiyatrosunda çalışmaktadır. Bu mikro-topluluk içinde Türkçe iletişimi muhafaza etmekte, geleneksel mutfak kültürünü sürdürmekte ve müzikal ritüelleri devam ettirerek kültürel aidiyetlerini kısmen de olsa korumaktadırlar.
Kültürel Çatışma
Ancak Polizei, göçmenlerin bu korunaklı kültürel adacıklarında bile çatışmanın eksik olmadığını gösterir. Kültürel çatışma, hem Türk toplumunun kendi içinde kuşaklar ve değerler düzeyinde, hem de Türklerle Alman toplumunun temsilcileri arasında gözlemlenir. Birinci tür çatışmanın en belirgin örneği, Ali Ekber ile babası arasındaki gerilimdir. Ali’nin babası (birinci kuşak), Almanya’ya gelmiş ama Alman toplumuna entegre olmaktan ziyade kendi geleneklerine tutunarak yaşamış bir figürdür. Bir sahnede baba, sokak ortasında oğlunu azarlayıp ona tokat atar; sebebi de Ali’nin uzun zamandır eve, annesini ziyarete gelmemesi ve dini vecibelerini aksatmasıdır. Bu olay, kültürel değerlerin yeni nesle aktarımı konusunda birinci kuşağın ne denli kaygılı ve disiplinci olduğunu gösterir. Baba karakteri, “Avrupa’ya geldik ama örf ve adetimizi unutmadık” düşüncesini temsil edercesine, oğlundan kendi otoritesine ve kültürel normlarına boyun eğmesini bekler. Ali ise babasına itaat eder gibi görünse de (tokadı yediğinde “Tamam baba, emrin olur” diyerek alttan alır), aslında hayat tarzıyla farklı bir yola sapmıştır: Ailesinden ayrı tek başına yaşamakta, muhtemelen Almanlaşmış bir........
© Film Hafızası
