menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Toplumsal Barış, Güven ve Şikâyet Kültürü

16 25
10.07.2025

Son dönemlerde katılım sağladığım, takip ettiğim, izlediğim tüm akademik/bilimsel/felsefi etkinliklerde aforizma haline gelmiş sıkça tekrarlanan bir söz var. Bu sözü, azıcık düşünen, kaygı duyan ve ülke adına bir şeylerin iyileşmesini yürekten arzulayan hemen hemen herkesten duydum. Bu söz aynı zamanda bir hüzün taşındığının ifadesi… Türk edebiyatının tepe değerlerinden (bazılarına göre en tepesi) Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sözüdür.

“Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor

Bir insan, bir toplum, bir ülke neden kendiyle meşgul olur. Kendiyle meşgul olma halinin kişilik, benlik, toplumsal ve duygu durumu olarak nasıl tanımlamak gerek. Toplum ve birey olarak yüzyıllara varan, bir türlü aşılamayan ve aynı temel sorunlar ile meşgul olma halini politik, sosyolojik, felsefi, psikolojik hangi zeminde analiz etmek gerekir. Paylaşılamayan nedir? Kadim ve insanı merkeze koyan bir uygarlığın çocukları olduğumuzun sıklıkla hatırlatılmasına rağmen bir arpa boyu yol gidemeyişimizi nasıl izah etmek gerekir. Dilde söylenen ile gönülde eğleşen şeyler neden bir arada yürütülemez. Dilde söylenenler, gönülde yer bulamıyorsa sanırım bakış açısını değiştirmek ve belki de daha temelli sorgulamalar yapmak gerekecektir.

Sürekli kendiyle meşgul olan toplumlar ne kendilerine, ne de başkalarına huzur verir. Bir kısır döngünün içinde yaşamlarını tamamlar. Ve bu toplumlar ortak-uzlaşık-barışık bir yaşam formu kuramayacakları için, geleceğe dönük sahici hayaller de kuramazlar. Ne geçmişi tam anlayabilir; ne şimdiyi doğru okuyup, yaşama/insana dönük ortak hedefler üzerinde yol kat edebiler. Oysa tarih, kendiyle meşgul olanları, ilk durakta indirerek tarihin nesnesi haline getirir.

Meseleyi daha dar ve günlük yaşam üzerinden değerlendirmeye çalışalım.

Genel anlamda yaşamak bir problemin içine doğmaktır. İnsanın yazgısıdır doğumundan ölümüne kadar problemlerle boğuşmak. İnsan için problemlerin çözümü bir araya gelip bir dayanışma içinde olmakla mümkün. İnsanın toplu halde hareket etmesi, beraberinde toplu olarak yaşamaya bağlı problemlerin ortaya çıkmasına da sebep olur. Toplu halde yaşamaya dair bir bilinç ve ortak ilkelerin belirlenmemesi durumunda, kendiyle cedelleşen ve kendi enerjisini kendini yok etmeye harcayan bir noktaya gelmek kaçınılmaz olur. Toplum haline geçme, esasında kamusal bilinç oluşturmayı gerektirir. Toplum vasfı kazanan yapılar, kendi aralarında oluşan problemleri anlayış, hoşgörü, etkin ve sıkı bir iletişimle çözme yeteneğine sahiptirler. Burada en başat kavramlar, hak, hukuk, empati, eşitlik ve diyalog olarak sıralanabilir. Bir sonraki aşama ise bu yapının hukuki zemine taşınmasıdır. Bu hukuki zemin herkesi kuşatan ve herkesi eşit değerde gören, ortak bir sözleşme etrafında organize eden, evrensel hukuki çerçevede teminat altına alan üst yönetim yani devlet organizasyonuyla kemale erer. Geriye kalan şey ise, toplumun kendi içindeki problemleri etkin ve çok yönlü bir iletişimle çözerken, bağlı olduğu yasal-hukuki organizasyona sıkı sıkıya bağlı kalarak, her aşamada kendini........

© Fikir Coğrafyası