Kamu Sendikacılığı Ne Anlama Gelir?
Bu yazının kaleme alınmasında asıl maksat, bizdeki haliyle(algı, tutum, uygulama ve sonuçlar itibariyle) sendikal faaliyetlerin özellikle eğitim kurumlarında, eğitim öğretim ortamlarının daha nitelikli hale gelmesi, çalışanlar arasında daha pozitif örgüt ikliminin oluşması, özlük haklarının kazanımı için makul ve etkili mücadelelerin verilmesi gibi personeli ve eğitimi ilgilendiren hususlarda bir faydası var mı sorularına cevap aramaktır. Aynı konuyu daha önceki yıllarda gündeme getirmiştim. Bizdeki paket sorunların tüm zamanları kapsaması ve sorunlarımızın çözümünde hiçbir ilerleme kaydedemememiz nedeniyle, aynı sorunlar içinde boğuşup duruyor; kendimizi aşarak, kendimize aşacak yeni ve nitelikli sorunlar bulma aşamasına bir türlü geçemiyoruz.
Aslına bakılırsa sendika, kapitalist üretim modelinin ürettiği bir kavramdır. Sendikalar Avrupa’da (özellikle İngiltere’de) işçi sınıfı hareketinin bir parçası olarak, Sanayi Devrimi’nden sonra ortaya çıkan bir örgütlenme halidir. İnsanı sermayenin bir aracı olarak gören kapitalist üretim modeline karşı bir haykırış ve işçi örgütlenmesinin adıydı sendikal oluşum. Bu dönemde batı tarzında bir üretim modelinin Osmanlı’ da ve erken Cumhuriyet döneminde oluşmamasından dolayı sendikal faaliyetler ülkemize biraz geç girmiştir.
Yakın zamana kadar sendika, sadece bir işçi haklarını savunan bir örgütlenme iken, günümüzde kamu sektöründeki memurları da kapsayan bir faaliyet olarak yasalaşıp yürürlüğe girmiş durumdadır. Özünde sendikal hareketler, ideolojik bir kamplaşma alanı olmayıp; çalışanların çalışma yaşamına ilişkin sorunlarını çözmek, ortak çıkarlarını ve haklarını korumak, geliştirmek için kurulan bir örgütlenmedir. Sendika, diline, dinine, rengine, siyasi görüşüne bakmaksızın bütün çalışanları kapsayan, ortak hak ve çıkarlar için kurulan bir kitle örgütlenmedir. Ülkemizde sendikal hareketler her ne hikmetse ideolojik kamplaşmanın bir aracı olarak görülmektedir. En azından bu durum, bilimsel temelleri de olan güçlü bir algı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sendikal hareketin kamu sektöründe ne derece pratik bulabileceği başlangıçta tartışılan bir konuydu. Tartışmanın temelinde bizdeki kamu yönetiminde merkeziyetçi yapının; daha yalın olarak, kamu hizmetlerin devletin patronluğunda ve devletin memuruyla yürütülmeye çalışıldığı bir örgüt modelinin ne derece “sendikal” faaliyet olarak yürütülebilir? Bu problem, temel bir paradoks olarak halen geçerliliği sürdürmektedir. Zaten 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunun da “grev” hakkının verilememesi bu problemin bir gereği olan bir kısıtlamadır.
Bir başka husus ise, tüm kamu görevlileri ile........
© Fikir Coğrafyası
