Baba eli misali: Yurttaşlık, sağlık ve sessiz barış
Bir çocuk nereden bilsin Marcel Proust’un “gönüllü olmayan bellek” tanımını.
Dün Babalar Günü’ydü… Çocukluğumdan iki an bugün dahi, zihnimde birer fotoğraf karesi gibi durur. Varyant yolu ve verem savaş dispanseri. İkisi de birer yürüyüştü: biri denize, diğeri sağlığa doğru.
Varyant, Konak’a yukarıdan kıvrılarak inen, o beyaz beton korkuluklarıyla aklımda yer eden yoldu. Çocuk bedenim uçurumun kenarında ürperirken, bir el, babamın eli, sımsıkı tutardı beni. Korkuluk kadar somuttu o el. Koruyucu, dengeleyici.
Ve sonra bir diğer yürüyüş: İzmir Fuarının duvarları boyunca, Verem savaş dispanserine doğru. Verem, o yıllarda hâlâ ciddiyetini koruyan bir hastalıktı. Babam her yıl beni oraya götürürdü; mikrofilm taraması ya da verem aşısı için. O koruyan el yine oradaydı. Uçurumdan koruyan korkuluk ne ise, hastalıktan koruyan aşı da oydu. Ve ikisini bağlayan şey: bir baba eli.
“Gerçek cennet, yitirilmiş olan cennettir” der Marcel Proust. Onun, “gönüllü olmayan bellek” dediği şey bu olsa gerek. Bedenin hatırladığı, zihnin çağırmadan geri getirdiği o sahneler. O yollardan geçtiğimde yalnızca geçmişe değil, kendi hekimlik anlayışıma da geri dönüyorum.
Dönüp baktığımda anlıyorum ki, hekimlik anlayışım bir okulda ya da klinikte değil; İzmir’de Varyant yolunda uzanan beton korkulukla, verem savaş dispanserine çıkan kaldırımda, bir baba eliyle temellenmiş.
Kamucu düşünce, yalnızca siyasal bir ilke değil; çocuğunu hastalıktan,........
© Evrensel
