menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

‘Yerli ve milli’ iş birlikçilik!

56 23
sunday

Antiemperyalist karakteri zayıf bir Kurtuluş Savaşı’ndan sonra 1923’te cumhuriyetin ilan edilmesiyle siyasal bağımsızlığını kazanan Türkiye, özellikle İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra hızla ekonomik, askeri ve siyasal olarak emperyalizme bağımlı hale gelmiştir. CHP yönetiminin son dönemlerinden Menderes-Bayar, Demirel, Özal ve Çiller’e kadar bu dönem boyunca ülke yönetimlerinin politikalarının ana eksenini bu bağımlılık ilişkileri belirlemiştir. Ancak bu yönetimlerin hiçbiri AKP-Erdoğan yönetimi gibi partinin kuruluşundan iktidara gelişi-getirilişine kadar emperyalist proje ve politikaların belirleyici rolüne rağmen kendisini “antiemperyalist”, “yerli ve milli” olarak gösterme becerisini gösterememiştir. O yüzden Erdoğan iktidarını ‘yerli ve milli’ iş birlikçilik dönemi olarak tanımlayabiliriz. Dahası bugüne kadar sandığı ‘milli irade’nin tek göstergesi olarak sunup çeşitli seçim hileleriyle kendine dayanak yapan bu iktidar, artık sandığı kullanabilme olanağını da önemli oranda yitirdiği için kader birliği yaptığı tekelci burjuva gericiliğin çıkarlarını ve kendi bekasını korumak amacıyla halka karşı baskı ve saldırılarını arttırıp faşist bir rejim inşasına yönelmiş durumdadır. Gelinen yerde emperyalist sömürü ve bağımlılık ilişkilerine karşı mücadele ile 23 Nisan vesilesiyle her yıl “milli egemenlik” ve “bağımsızlık” üzerine nutuklar atan iş birlikçi tekelci burjuvazinin iktidarına karşı mücadele önemli oranda iç içe geçmiş bulunmaktadır.

İzmir İktisat Kongresinden (şubat-mart 1923) başlayarak cumhuriyetin ilk dönemlerinde her ne kadar özel sermayeye ve yabancı sermaye ile iş birliğine dayalı bir ekonomi politikası benimsenmiş olsa da 1929 ekonomik bunalımının yarattığı özel koşullar, devletin ekonomide yönlendirici güç olarak öne çıkmasını dayatmıştı. Bu dönem kapitalist dünyanın yaşadığı büyük bunalımdan etkilenmeyen sosyalist Sovyetler Birliği’nin desteği, önemli ekonomik başarıların elde edilmesinde rol oynamıştı.

İkinci Paylaşım Savaşı’nın ardından dünyanın emperyalist-kapitalist kamp ve sosyalist kamp olarak ikiye bölünmesinden sonra Türkiye, 1947 Truman Doktrini ve 1948 Marshall Planı’yla hızla ABD emperyalizminin başını çektiği emperyalist güçlerle bağımlılık ilişkileri geliştirmeye yönelmiştir. Çok partili döneme geçişten sonra 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti (DP) Türkiye’yi “küçük Amerika” yapma sloganıyla yola çıkmış ve Türkiye’nin 1952’de batılı emperyalistlerin........

© Evrensel