Antakya'yı "yeniden" inşa etmek
Geçen hafta “Diyarbakır/Suriçi’ni ‘yeniden’ inşa etmek” başlığı altında Suriçi’ne yaklaşımı sorunsallaştırırken, 2010’lardaki çatışma sonrası bölgedeki yapılı çevre üretim pratiğinin, 6 Şubat depremleri sonrası kentleşme politikası ile yakınlığına değinmiştim.
Bu hafta da depremler ve peşine yangınlar ile sürekli hasar gören ve korkunç bir imar sürecine maruz kalan Hatay/Antakya’dan söz etmek istiyorum.
Öncelikle şunu açıklayayım. Çatışma ve deprem çok fazla il/ilçeyi etkilediği halde, özellikle bu iki örneği ele alma nedenim, her iki yerleşimdeki kültürel katmanlaşmanın, turizm ve kültür endüstrisine dönüşümü yolunda iktidarın açık söylemlerinin bize, kentleşme üzerine düşünülmesi gereken derinlikli bir deney sahası sunması.
Öte yandan Diyarbakır’dan Hatay’a, mimari/planlama/kültürel değer üretim süreçlerindeki aktörlerin ortaklığı kadar, birinin çatışma, diğerinin deprem ile yıkılması peşine başlarına gelen OHAL süreçleri, “yasal” müdahaleler vb. bazı ortaklıklar da var.
Elbette farklar da var, ancak bu yazıda, bunlara dair bir karşılaştırma yapma niyetim yok. Aksine, her ikisinin de sistemselliği ve biyopolitik düzlemdeki işleyişi üzerinden, başka bir kentleşme pratiği tahayyülüne odaklanmak istiyorum.
Önce elimizdeki mevcut kentleşme yaklaşımına bakalım….
Geçen hafta resmî kentleşme ve kültürel söylemi gayet açık olarak gösteren, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın Web sayfasında yer alan, Şubat 2025 tarihli “Türkiye Yüzyılı Mimarisi” kitabındaki “Diyarbakır Suriçi........© Evrensel
