Umut kuyuya sığmaz
12 Eylül geçmişte kalmış bir darbe veya bir rejim olarak anlatılabilir. 12 Eylül geçmiş gitmiş kara bir dönem olarak da anlatılabilir. Türkiye’nin üzerine çöreklenmiş tek adam rejimi yıllardır tam olarak bunu yapmakta: O dönem bitti, yeni bir ufuk açıldı, Türkiye köşeyi döndü, çağ atladı, “ileri demokrasi” geldi ve hatta iman gücüyle “Türkiye Yüzyılı” başladı.
Bu anlatı elbette doğru değil. 12 Eylül ile başlayan dönemi anlamak için bu dönemi mahkemelerde, işkencelerde, cezaevlerinde veya cezaevi önlerinde, direnişlerde yaşayanların anlattıklarını dinlemek gerek.
Bir de bu dönemi yaşayan çocuk ve gençleri dinlemek gerek. Onların anlatıları, 12 Eylül kuyusunu anlamak açısından çok önemli. Evet, 12 Eylül büyük bir kuyuydu. Bu kuyunun içine daha farklı ve daha güzel bir dünyayı düşündürtebilecek tüm birikimi gömmek istediler. En başta da kitapları. O kitapların içerdiği umutların her biri, kuyulara gömülmeli ve kitaplar yasaklanmalıydı.
12 Eylül karanlığı Türkiye üzerine çöktüğünde ben ortaokuldaydım. Okulumun üzerine çöken karanlığı, bizden büyük kimi öğrencilerin gözlerindeki korkuyu, karşımıza çıkan ve daha sonra 12 Eylül üretimi olduklarını anladığım tek tip öğretmenlere direnişimizi anımsıyorum.
Ortaokul, lise ve üniversiteyi 12 Eylül karanlığında okudum. Okuduğum üniversite mimlenmişti. Üniversitenin kütüphanesi de mimlenmiş; kütüphanedeki kimi kitaplar düşman ilan edilip, “yasaklı kitaplar” bölümüne kaldırılmıştı.
Okulların kuşatılması ve karartılması çok önemliydi çünkü öğrenciler okullarda........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Mark Travers Ph.d
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon