‘Aslında bu yaşadıklarımız roman da olabilir…’
Erdoğan, 12 Eylül 2010’daki anayasa değişikliği referandumu öncesi kamu emekçilerine grevli toplu sözleşmeli sendika, tüm işçilere genişletilmiş sendikal özgürlükler vadetmişti. Diğer tüm vaatler gibi bu da boşa düşecekti.
Sendikalar Kanunu, Kasım 2012’de, o dönemin ‘ruhu’na uygun bir özgürlükler söylemine paketlenerek değiştirildi. İşkolu sayısı 28'den 20'ye, işçi sendikasına üye olma yaşı 16'dan 15'e düşürülmüş, sendika üyeliği ve üyelikten çıkmada noter şartı kaldırılmış, üyelik ve üyelikten çekilmenin e-devlet üzerinden yapılmasının önü açılmıştı. İşkolu tespitine ilişkin dava ve temyiz süreçleri 4 ayı geçmeden sonuçlandırılacaktı.
Bu sahte reform ambalajının içindeki paket, gerçekte, söylemin tam tersi yönde etki yaptı.
Bir kere Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, şu tesadüfe bakın ki, 2010, 2011 ve 2012 yıllarında sendikalı işçi sayılarını gösteren istatistiği yayınlamadı.
Son veri 2009’a aitti: 9 milyon sigortalı işçiye karşılık 3 milyon 233 bin sendikalı işçi vardı. Kayıtlı işçilerin üçte birinden fazlası (yaklaşık yüzde 34’ü) sendika üyesiydi.
Karartma kaldırılıp ilk veri yayınlandığında [Ocak 2013], sendikalı işçi sayısının 1 milyona düştüğü görüldü. Sendikal hak ve özgürlükleri geliştirmeye yönelik sahte vaatler ve anayasal, yasal düzenlemelerin ardından örgütlü işçi sayısı erimiş, sendikalı oranı yüzde 34’ten yüzde 8’e düşmüştü.
Bugün de tablo farklı değil. İşçi sınıfının oldukça küçük bir bölümü sendikalı, çok daha küçük bir bölümü toplu sözleşme hakkına sahip.
AKP ‘reform’larının ülkeyi sürüklediği dehlizlerden biri de burada. Türkiye işçi sınıfı ve sendikal hareketi, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir yasal-siyasal-fiziki saldırı altında.
Fiziki saldırıları en son Tüpraş işçisine sıkılan biber gazında gördük. Birtek-Sen Başkanı Mehmet Türkmen, tamamen sendikal faaliyetleri nedeniyle ve patronların şikayetine mahsuben 17 Şubat’tan........
© Evrensel
