Halkların Balkan inadı bir tutarsa, sermayenin vay haline!
Çok uluslu ama çoğunlukla Batı menşeili şirketler, doğayı hallaç pamuğuna çevirdi. Bosna bunun en korkunç örneklerinden. Medeni Batı, “yeşil enerji”sini, Bosna’nın lityum ve diğer madeni zenginliklerine çökerek tedarik ediyor.
Avrupa Birliği (AB) kurumları, “resmi Avrupa” sınırları içinde bir sürü zehirli uygulamayı yasaklamış. Bu kurumları boyunduruğunda tutan sermaye, zehri – Avrupa’nın göbeğinde olmasına rağmen – Avrupalı sayılmayan Bosna’ya taşımış. Tabii ki “çevreci” AB’nin önderliğinde. Bosna’nın o birbirinden güzel nehirleri teker teker kurutuluyor, etraflarındaki köyler kimyasala boğuluyor.
Balkanlar genelde halkların birbirini boğazlamasıyla bilinen bir bölgedir. Sonu gelmeyen etnik bölünmeler, daha Bosna’daki soykırım yaşanmadan uzun yıllar önce sözlüğe “Balkanlaşma” ibaresini kazandırmıştı.
Halklar, Tito döneminin geçici barışından sonra o meşhur “inat”larına sarılıp birbirlerini katletmeye devam ettiler.
İnat, Osmanlı Türkçesine Arapçadan geçen bir sözcük. Osmanlı aracılığıyla Sırpça, Arnavutça, Bulgarca, Yunanca gibi dillere yayılmış. Kuzeybatı dillerindeki en yakın karşılıkları, bizim mıntıkamızdaki (Balkanlar, Ortadoğu, Akdeniz) şiddetli hisler için hafif kalır.
Mesela, İngilizceye genel olarak “stubbornness,” “resilience” ya da “spite” olarak çevriliyor. “Defiance” olarak çeviren de var. Bunların hepsi doğru ama herhangi birinin gündelik dildeki zenginliği tam karşıladığı söylenemez.
Coğrafi ve kültürel olarak da çeşitlilik arz ediyor anlamı. Arapça’da dini çağrışımları kuvvetli örneğin. “Gerçeklerin” farkında........
© Evrensel
