Kim, nasıl kutlayacak şimdi bayramı?
Gençlik neydi?
Ülkenin geldiği koşuldan bağımsız düşünemez olduk hiçbir şeyi, ekmek ve özgürlük kavgasında felsefe yapmaya zaman kalmadı, hatta düşünmeye dahi. Koşuyoruz oradan oraya. Gaz fişeğinden hızlı koşabilmek, miting alanlarında ayakta saatlerce durabilmek, kortejlerce yürüyebilmek, adliye ve emniyet önlerinde nöbet ata sporu oldu bizde. Kimselerin zamanı kalmadı kavramlar üzerine düşünebilmeye. Düşünebilmek geniş zaman işidir.
Yazı da düşünmeye dair, düşünüyorum gençliği:
Tasvir etmem gerekse, nabızda hız, gözde fer derdim. Bir şeyi kafaya koyduğunda bedenin seni yolda bırakmamasıydı gençlik. Günlerce sabahlayarak ders de çalışabilirdin günün ilk ışıklarına kadar dans edip sabah işine devam da edebilirdin.
Üç kilo patatesi kızartır yerdin de bana mısın demezdin, ne soğan zarı mide ağrıtırdı ne açlık başını.
Merakının kuvvetli olmasıydı; kendine, hayata, geleceğe dair bir merak hali. Kimdir ne yapar, nasıl becerir bunları? Nedir, neyim, ne olacak, ne olacağım?
Kavrayışının kudretli olmasıydı, bir kere okusan aklına girer üç kere de ezberine. Baktığın yüzü hatırlarsın, isimleri, olayları, mekanları. Pırlanta gibi bir hafıza. Sislenmemiş, kirlenmemiş, istiap haddi zorlanmamış. Ne diyordu Cicero: İnsan gençliğinde öğrenir. Yaşlılığında anlar.
Hevesti gençlik biraz da, hevesinin olması bir şeyler yapmaya. Canının ağaca çıkmak istemesi, çatıdaki manzarayı merak etmesi, kalkıp otostopla turist görmemiş bir yeri gezmeye gitmesi, kafada meslekler döndürmesi, hepsine niyetlenip hepsinden başka bir hevesle vazgeçmesi. “İçimizde kalmasın” cümlesinin vücuda gelmiş hali gibi bir heves.
Taze umut tadıydı damakta, her şeyi yapabilecek bir ömür dururdu önünde. Davul da çalabilirsin, kıta da keşfedersin, daha zamanın var nasılsa.
Bir sporcunun, Bickerstaff’ın lafıdır: Umut, genç tutkuların........
© Evrensel
