Hayat özeti
Yeni bir şey olmalı, maceralar ve felaketler asla küçük şeylerle başlamazlar.
Cervantes, Don Kişot
Bu haftanın gündemlerinden biri emeklilere verilen 4 bin liralık ikramiye.
“Daha ne olsun?” denilerek uygun görülen bu tutar yaklaşık 109 dolar ediyor. Yazı yayımlandığında belki de 105 dolar olacak. Dünyanın bir kesimi için iki kişilik bir akşam yemeği ederi.
Her yoksunluğu hayatta kalma derdi üzerinden tartışıyoruz. Etin kilosu, yumurtanın adeti, en uzak semtlerdeki kira bedeli, ekmek gramajı...
Savunduğumuz hayat da pek yaşamak anlamına gelmiyor.
İnsan neden yaşar, yaşamın manası nedir, hayatı yaşanılır kılan nedir diye konuşmuyoruz. Evde yumurta olması yaşama anlam katmak için yeterli midir ki?
Yaşam tahayyülü üzerine fikir yürütelim dediğimizde “Millet aç aç” söylemi ile karşı karşıya kalıyoruz.
Oysa en çok dillendirmemiz gereken, muktedire güruh değil yurttaşlık bilincinde bir toplum olduğumuzu gösteren, bizi hayata bağlayacak şey bu, pazarlıkta eli artırmayı sağlayacak olan şey.
Emekliliği devlet ekonomisine yük olarak lanse etmeye nasıl cesaret ettiler ayrı konu ama insanlar buna ne kolay alıştı onu akıl almıyor. Ya da asgari ücretin yaygın ücret olması nasıl sıradanlaşabildi? Bir işçinin yaşamında deniz kenarında bir tatile gitme fikrinin yer bile almaması nasıl kabul edilebildi? Gençlerin umutsuzluğu ve hayalsizliği nasıl bunca hafife alınabilir ki?
Devlet denen kurum, toplumun refahını sağlamak, yaşamı kolaylaştırmak için var.
Emek en mühim şey, karşılığı illa bir hayat vadetmek zorunda. Bu da devletin sorumluluğunda. Çalışırken kazandığından birikim yapabilmek da hak. Asgari ücretli için dahi.
Emeğin bedeli sadece karşılığında ödenen ücret değil, kaynağından yapılan kesintiler ile insanların çalışırken gerçekleştiremedikleri hayalleri için ileriye dönük bir yatırımı da kapsar. Bu işin sorumlusu da devlettir.
İnsan 50’sinden sonra ikinci bir mesleğin eğitimini alabilir, işe yakın olması derdi gözetmeden yaşamak istediği semti ve şehri seçebilir, taşınabilir. İnsan izin günleri yetmediği için çıkamadığı seyahatleri artık planlayabilir. Başka bir kıtada aylar geçirebilir. Hobisine zaman ayırır hatta profesyonel çizgiye bile taşıyabilir. Tiyatro eğitimi alabilir, yaratıcı yazarlık derslerine katılabilir, yeni bir dil öğrenebilir. İnsan sivil topluma ve sosyal sorumluluklara kendini adayabilir. Bağ, bahçe işleriyle ruhunu dinlendirmek isteyebilir.
Emeklilik, erkekler için kıraathaneye gidip kağıt oynamak, kadınlar için çocuklara gönderilecek tarhana, salça, pestil ile uğraşmaktan ibaret değildir. Hatta ücretsiz devlet kreşi sadece kadının istihdamdan düşmemesi için değil bu ülkedeki her kadının ikinci baharının garantisi olarak da sağlanmak zorunda. Düşünün onlarca yılı çalışarak ya da görünmeyen emek olan ev işi ile geçirip tam rahata erecekken yeniden yeni doğmuş bir bebeğin sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalan anneanne ve babaanneleri. Kutsal analık klişesinin bir diğer emek sömürüsüne dönüşmesi bu. Otonom, özerk hayat kuramayan kuşaklar demek. Sevgi bağı ile değil bakım bağımlılığı ile devam eden aile kurumu. Sonrasında yaşlanıldığında devir teslimi ve........
© Evrensel
