Bolluk ve refah mı, yoksulluk ve sefalet mi?
Halkın sorunlarına ilişkin yapılan her ciddi anket, onların birinci sorununun geçim merkezli olarak ekonomi olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Ekonominin halkı ilgilendiren ilk yönü hayat pahalılığı. Bu pahalılığa rağmen işçiler düşük ücretle çalıştırılmaya, asgari ücret açlık sınırının altında tutulmaya, memur maaşları yetersiz kalmaya, emekliler ise doğrudan doğruya açlığa ve sefalete itilmeye devam ediliyor. Ekonomi politikalarının tarıma yansımaları ise orta ve küçük üretim yapan çiftçilerin tarımsal girdi fiyatlarının -gübre, ilaç, mazot, yem vb- yüksekliği, buna karşın ürünlerine verilen düşük taban fiyatları, üretim masraflarının gelirlerinin altında kalması ve üretim yapamaz duruma gelmeleri, ya da ürettikleri ürünü tarlada bırakarak zararlarını azaltmak zorunda kalmaları biçiminde oluyor. Ekonominin bir de faizlerin yüksekliği, sanayi ve tarımdaki eksi büyüme gibi diğer sorunları var. Sanayi de işten çıkarılan işçi sayısı şimdiden 1.1 milyon oldu. Döviz ve faiz kıskacına sokulmuş bağımlı ekonomilerin yaşadığı tüm sorunlar ülke ekonomisinde de görülüyor ve krizler bu olgular tarafından tetikleniyor. Şimdilik bunları bir yana bırakalım ve bugünün diğer gerçeklerine dönelim.
Ülkeyi yöneten iktidar elbette bütün bunların farkında ve “çözümü” emekçi halkı daha da yoksullaştıran, buna karşın iş birlikçi büyük sermayeyi, emperyalist finans kurumlarını daha fazla semirten ekonomi programlarını kararlılıkla uygulamakta ısrarda buluyor. Son günlerde halkı sefalete iten ekonomi programının uygulanması için Şimşek’i göreve çağıran Erdoğan’dan ve kendi adıyla anılan programı yürüten Şimşek’ten iki ayrı “müjde” geldi. Şimşek, Dünya gazetesine verdiği röportajda,........
© Evrensel
