Karşılığı ödenmeyen emek ve grev yasakları
Son grev yasağını geçtiğimiz hafta yaşadık. T. Maden-İş Sendikasının 1 Ağustos’ta başlatacağı grev, Cumhurbaşkanı tarafından daha başlamadan yasaklandı. Akabinde bu yasağın da etkisiyle kamu çerçeve protokolü imzalandı. İktidar ve patronların kamu iş yerlerinde grev korkusu da ortadan kalktı.
Son grev yasağı dedik ama bunun şimdilik son yasak olduğunu biliyoruz. İşçi sınıfı, yasakları kalıcı olarak engelleyecek toplam bir mücadele hattı geliştirip sonuç almadığı sürece, özgür toplu iş sözleşmesi düzeni için en büyük tehdit durumundaki grev yasaklarını yaşamaya devam edecek.
Ancak bugün hiçbir hukukçu, açıkça grev yasaklarını hukuka uygun bulmuyor, bulamıyor. Sermaye tarafından satın alınmış, yüreği sermaye ile çarpanlar dahi ya sessiz kalmayı ya da genel ve dolaylı değerlendirme yapmayı tercih ediyor.
Anayasa Mahkemesi’nin Kristal-İş ve Birleşik Metal-İş kararlarında açıkça ortaya konulduğu gibi, “milli güvenlik ve genel sağlık” vb. soyut gerekçelerle grevlerin erteleme adı altında yasaklanması, yürürlükteki Anayasa ve Türkiye’nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmeler bağlamında hukuka uygun değil.
Buna rağmen grevler yasaklanmaya devam ediyor. Siyasi iktidar uymak zorunda olduğu Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımıyor. İktidarın Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımama tutumu, siyasi rakipleri söz konusu ise süreklilik kazanan bir uygulama haline geldi. AYM kararlarını yok sayma tutumu, siyasi mahpuslar Can Atalay, Selahattin Demirtaş, Osman Kavala örneklerinde defalarca karşılaştığımız bir durum.
Ancak grev yasaklarına ilişkin AYM kararlarını tanımamanın ve yasakta ısrarın farklı bir yanı var. Çünkü grevi yasaklanan işçilerin önemli bir bölümü iktidar destekçisi ve seçmeni. Bu nedenle meseleye biraz daha derinlemesine bakmakta yarar var.
Günümüz sömürü sistemi kapitalizmi çözümleyip, yok olmaya da mahkûm olduğunu bilimsel olarak ortaya koyan Marx’a bakarsak, grev yasaklarında ısrarın........
© Evrensel
