RESMİ SÖYLEM DIŞI KIBRIS POLİTİKASI
Kıbrıs konusu yıllardır ‘çözümsüzlük çözümdür’ şeklinde günümüze dek etkisini hissettiren politikanın eseri bir meseledir. Maalesef 2002 öncesi diplomatlarımızın pek çoğu kolay olana kaçmışlar. Öyle ya masa başında terlemektense, Ankara koridorlarında uzaktan kumanda yöntemlere vaziyeti idare etmek bu tip bürokrat tayfasına çok daha cazip gelmiş gözüküyor. Aslında bu tutum suya sabuna dokunmamak politikasından başka bir şey değildi elbet. Tâ ki Tayyip Erdoğan iktidara gelip dizginleri ele aldığında tıpkı Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu’nun Londra konferansında Türkiye tezini kabul ettirişindeki azmi ve kararlılığı kendine rehber edinir, işte o zaman Kıbrıs’ta bir liman ve bir havaalanının Rum kesimine açılması karşılığında Türk tarafına uygulanan izolasyonların kaldırılması tezini ileri sürüp ezber bozacaktır. Böylece hükümetin daha önce de Annan planı yönünde uzlaşıcı tavır ortaya koymasının Rum kesimini köşeye sıkıştırdığını hatırladığımızda bunun bir başka ifadeyle sadece tek limanın Rumlara açılması ve yine Ercan havaalanında uluslararası sivil uçakların kullanımına açılması yönünde elimizi kolumuzu güçlendirecek bir öneri olduğunu idrak etmiş olduk. Nitekim Rum tarafının Annan planına itiraz etmesiyle uluslararası platformda asıl sorun üreten tarafın Türkiye olmadığı gün yüzüne çıkmış oldu.
Gerçekten de o yıllar, Rum propagandasıyla çözümden yana olmayan tarafın Türkiye olduğu gösteriliyordu habire. Neyse ki hükümet bu propagandayı boşa çıkartacak bir hamleyle uluslararası arenada aleyhimize estirilen hava tersine dönecektir. Bir başka ifadeyle Rumların referandumda Annan planına ret oyu vermesiyle birlikte Türkiye’nin lehine bir süreç ortaya çıkar. Her ne kadar lehimize gelişen bu durum içimizdeki statükocu çevrelerin hoşuna gitmese de bir kere ok yaydan çıkmıştı, çoktan Türk’ün akıl dolusu diplomatik hamlesi olarak kayıtlara geçti bile. Hiç kuşkusuz bu başarı hiçbir kem göz tarafından ört bas edilemezdi zaten. Zira hükümetin sürpriz bir çıkışla o malum alışık politikaların aksine tüm ezberleri bozacak nitelikte diplomatik bir yol haritası ortaya koyması Ankara’nın vesayet odaklı sivil ve askeri bürokratik derin koridorlarında şaşkınlık oluşturmasına ziyadesiyle yetmişti. Hem nasıl adamlar şaşkın ördek olmasınlar ki, Ankara Ankara olalı böylesine ters köşe diplomatik siyasetin işletildiğine hiç şahit olunmamıştı çünkü. Hatta hükümetin bu ezber bozucu siyaseti karşısında, bu söz konusu asker ve sivil bürokrat tayfası bu durumu kendilerine danışılmadan alınan bir karar olarak addedeceklerdir. Böylece onurlarına yediremeyip hazımsızlıklarını ortaya dökeceklerdir. Yetmedi bir de bunun üstüne üstük hükümeti yıpratmaya yönelik propaganda malzemelerini devreye sokacaklardır. Tabii hükümet bu tür gözdağı vermelerine aldırış etmeyip hemen Kıbrıs meselesinin omuzlarına getireceği ilave risk ve oy kaybı ihtimalini de göze alaraktan ülkenin lehine neyi gerektiriyorsa sorumluluk bilinciyle hareket edecektir. Öyle ya, böylesi bir risk teşkil eden meselede taşın altına elini koymak her babayiğidin harcı olmasa gerekti. Bu riski ancak Tayyip Erdoğan ve ekibi göze alabilirdi. İşte Tayyip Erdoğan’ın bu deli yürek cesareti ve zekice atağını hazmedemeyenler devlette devamlılık esastır bahanesine sığınıp sorumluluk üstlenmeyeceklerdir. Hadi sorumluluk üstlenmemeleri neyse de, peki ya hükümetin her türlü riski göze alıp çözümden yana tavır ortaya koyucu manevrasını resmî görüşe ihanet olarak nitelendirmelerine ne demeli. Anlaşılan yan gel yat bürokrat tayfasının derdi davası üzüm yemek değil bağcıyı dövmekmiş meğer. Düşünsenize 30.12.1995 tarihli resmî gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren ve altında imzası bulunan Murat Karayalçın ve Deniz Baykal’ın Gümrük Birliği görüşmeleri sürecinde AB ile Güney Kıbrıs arasında tam üyelik müzakerelerine sorgusuz sualsiz gözü kapalı onay verdiklerinde, aynı bürokratik tayfa bir bakıyorsun sırra kadem basabiliyor. Peki, şimdi sormazlar mı adama bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diye?........
© Enpolitik
