PETROL İMPARATORLUĞU
Dünya Churchill’i şu sözleriyle tanıdı: “Bir damla petrol bir damla kandan daha kıymetlidir” diye.
Aslında İngiliz devlet adamı Churchill bu sözleri söylerken dünyada, özellikle Ortadoğu’da sonu gelmez kanlı senaryoların arkasındaki esrar perdesini ortaya koyuyordu. Hele ki, petrole sahip ülke halklarının bugüne kadar hiç rahatlık yüzü görmediklerini düşündüğümüzde tüm cümle âlemin Ortadoğu’da cereyan eden olaylarda akıtılan bir damla kanın bir damla petrolden neden kıymetsiz olduğunu fark etmiş oluyordu.
İşte Batının gerçek yüzü bu,
İşte Ortadoğu’yu kana boyayan bir damla petrol bu.
Evet, Beyaz adam petrolün kokusunu alırda hiç boş durur mu? Elbette ki durmaz, çok ince hesaplarla bu bereketli topraklarda bütünlüğü bozacak acımasız planlar uygulamaya devam edeceği muhakkak.
Düşünsenize aynı ortak dili konuşan bölük pörçük, parçalanmış topluluklar bir anda ‘devlet’ diye tarih sahnesine çıkarılabiliyor. Besbelli ki karşılarında organize olmuş blok güç istemiyorlardı. Onlar için adına devlet bile diyemeyeceğimiz kabileleri sözde devlet kimliğiyle sus payı vermek en güzel çıkar yol olsa gerekti. Peki, her birine devlet kimliği verdiler de ne oldu, sonunda dili, dini, tarihi ve soyca aynı olan bu topluluklar birbirine düşürüldü. Oysa bu topluluklar, Osmanlı şemsiyesi altında uzun seneler huzur içinde yaşıyorlardı. Ne zaman ki Fransız ihtilalı müteakip dört bir yandan sinsice etnik menfi milliyetçilik rüzgârları estirilip sinemize girmiş oldu, işte o zaman Ortadoğu ve Balkanlardaki vahdet bilincimiz biranda altüst oluverdi. Bu topraklara ait her ne değer varsa silip süpürüldüğünü gördük. Nitekim kabile devletçiliği girişimleri uzun bir aradan sonra gün yüzüne de çıkar. İşte o kopuş, o silip süpürülüşün neticesidir. Sanki Osmanlıdan kopardılar da başları göğemi erdi, sonuçta her biri arzuladıkları emellerine erişemediler. Zira artık karşımızda dünyanın odak merkezinde sürekli savaşlarla, ihtilallerle ve iç kavgalarla didişen bir Ortadoğu var. Hammadde kaynakları batılı adamın iştihasını kabarttıkça bu süreç işleyecek gibi gözüküyor. Hele ki başımıza karasaban misali çöken bu duruma hangi reçete çare olur bir değil bin düşünmenin yanı sıra bu kanayan yarayı durdurmak için mazlumların umudu olmak tavrımızdan asla taviz vermememiz gerekir. Kaldı ki Osmanlının o muhteşem adaletinin hala hafızalarda taptaze saklı kalması bizim oralarda insiyatif üslenmemize mecburda kılıyor da.
Hele bilhassa Ortadoğu’nun zengin hammadde potansiyel kaynaklarına sahip olması ve Fırat’ın kattığı o bereket kokan suyu, taşı toprağı, zinde güçlerin iştihasını kabartmaya devam ediyor. Hakeza kültürel varlığı da ilgi odağı. Bakın buraların nice peygamberlere tebliğ yurdu olması, Habil ve Kabil ruhunu (iyilik ve kötülüğü) bağrında taşımış olması, hatta komünizmin ilham aldığı Mezdekçiliğin burada türemesi önemini bin kat daha da artıyor. Bundan daha da öte her ne ararsan var diyebileceğimiz bölgenin adıdır Ortadoğu.
Malumunuz, tarihler 1900 yılını gösterdiğinde Amerikalılar ve İngilizlerin karşı karşıya geldiğini görürüz. Dedik ya ortada iştah kabartıcı petrol kokusu var. İşte bu tarihten itibaren dünya halklarının istikbali petrolcülerin insafına bırakılan bir sürece mahkûm edilir. Öyle ki o yıllar dünya petrol sahaları üzerinde amansız bir mücadeleye sahne olduğu dev petrol şirketlerinin rekabetiyle çalkalandığı yıllardır. Hatta çalkalanmakla kalmaz savaşların ve ihtilallerin eksik olmadığı alanlar olarak hafızalara kazınır. Maalesef dünyada yaşanan bu tip derin yapılanmaların perde arkasında hep bu petrol şirketlerinin pastadan pay kapma yarışı vardır. Nitekim bunlardan Rockefeller şirketi, petrol piyasasına İngilizlerden daha çabuk elini çabuk tutup petrol imparatorluğunu ilan edecek konuma gelir bile. Öyle ki gerek Rockefeller şirketi gerekse Henry Deterding şirketi olsun hiç fark etmez her iki şirkette birbirleriyle kıyasıya rekabet içinde hâkimiyetlerini kurmaya çalışıyorlardı. İşte bu kıyasıya mücadele içerisinde öncelikle Çin pazarı için kavgaya tutuşurlar, sonrasında ise malum petrol pastasından pay alma yarışına girişmişlerdir. Derken kıyasıya bu yarış içerisinde Rockefeller imparatorluğu, artık Deterding şirketi karşısında pes etmek zorunda kalır. Böylece Deterding şirketi Ortadoğu’da daha geniş bir faaliyet üstlenecek bir imparator ağası haline gelir. Hani paranın dini, ırkı, yeşili, kırmızısı olmaz denilir ya hep, aynen din, milliyet hak getire bir anda petrol uğruna kendilerini dünyalık hırsında birbirleriyle rekabet içinde yarışır halde bulurlar. Bu yüzden I. Dünya savaşı sürdüğü sıralarda Fransa Başbakanı Georges Clemenceau, Mr. Nilson’a çektiği telgrafta; ‘Eğer müttefikler harbi kazanmak istiyorlarsa; Fransa’nın kana olduğu kadar petrole de muhtaç olduğu bilmelidir’ mesajını vermekten kendini alamamıştır.
Anlaşılan o ki; IX. asrın sonlarına gelindiğinde dünyanın dört süper devleti İngiltere-Almanya-Rusya-Fransa kendi aralarında hammadde kaynakları için müthiş mücadeleye tutuşmuşlardır. Bu rekabetin merkezini hiç kuşkusuz petrol teşkil ediyordu. Bundan böyle petrol dünyanın can simididir. Baksanıza İngiliz-Almanya-Fransız ve Rusya mücadele denklemi arasında Osmanlı Almanlar safına geçip I. Cihan savaşına katıldığını görüyoruz, derken bizde petrol gerçeğiyle yüzleşmiş olduk. Ancak bu savaş aleyhimize tecelli edecektir.
II. Dünya savaşına gelinen noktada önce Almanlar, sonrasın da komünist blok İngilizlerin Romanya petrolleri üzerindeki hegemonyasına son vermiştir. Fakat Almanlar ve........
© Enpolitik
