AHMET FATİH CEYLAN
Zordur Fatih’ lerin ardından yazmak. Hele bir de Ceylan varsa isminde, daha bir zorlaşır işiniz. O ceylan taştan taşa seker, kaçar tutamazsınız.
Kars yöresi bir türküde(yöre ağzıyla ceylan, ceyran olur çıkarken bahdavar da baharda açan bir kır çiçeğidir):
“Ceyranım gel gel
Başına men senin dolanım gel gel.
Güzeldir hayatın, güzeldir ceyranın
Bahdavar gızısan bu şirin dünyanın
Gel adı ceyran, özü ceyran
Bele men seni heyran sene gurban…” sürer gider.
Bir şehri güzelleştirenler, bir şehre can verenler, anlamlı kılanlar sadece o şehrin yetkilisi diyebileceğimiz üç-beş kişisi, ya da işi gücü insan yetiştirmek yerine para veya mal biriktirmeyi marifet sayan kişileri değildir. Şehre çilelerini gömmüş, şehrin sokaklarına gözyaşlarını akıtmış, şehrin dertlerini sırtına sarıp sarmalamış, altı ve üstündekileri sahipsiz bırakmamaya adamış niceleri vardır ki hasbelkader biriyle bile karşılaşıverirseniz hemen değerlendirebilirseniz o anı ne ala! Yoksa bırakmaz şehir onları orta yerde. Alır çekiverir ve size ardından hep üzülmek kalır.
Fatih ile üniversitede değil, daha çok şehrin muhtelif noktalarında görüşür, muhabbetimizi sadece kampüse sıkıştırmazdık. Çevremde beni anlatımlarıyla zenginleştiren nadir kişilerdendi. Hitabeti, dile olan hâkimiyetiyle saatlerce dinleseniz de sıkılmazdınız. 657 Sayılı Yasa’ya bağlı Devlet Memuru olduğundan öyle gidip de belli platformlarda düşüncelerini anlatmaz, sosyal ve siyasi görüşleriyle öne çıkma gibi bir uğraşı olmazdı ama akademideki onca akademisyenden çok daha fazla saygınlığı, bilgeliği tartışılmazdı. Söz bazen sevmediği kişi ve konulara gelince de ustalıkla sözü değiştirir, dedikodulardan özenle kaçardı. Sadece görev yaptığı bölümle ilgili değil akademinin hemen her alanındaki sorunlar hakkında da küçümsenmeyecek bilgisi olmasının sebebini biraz da her çevreden kişilerle olan yakın münasebetlerine bağlardım. Koca kampüste ‘abilik’ ve........
© Enpolitik
