menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Sırrının Hatırası Sola Ne Söyler?

8 0
19.05.2025

Arkadaşımız Fuat Kına, yıllardır aradığımız kültürel veya duygusal örgütlülüğün, Sırrı Süreyya Önder’in cenazesiyle açığa çıktığını öne sürüyor. Sırrı’nın Türkiye siyasetinde temsil ettiği yer üzerinden yeni bir direniş ufkuna dair hatırlatmalar yapıyor. İlginize sunuyoruz…

Toplumsal hareketler üzerine gerçekleştirilen uzun erimli tarihsel analizlerin çoğu, bir konuda ortak bir gözleme işaret eder: Taban düzeyinde toplumsal muhalefet, geçmişe kıyasla giderek daha merkezsiz, daha dağınık ve çoğu zaman örgütlülükten yoksun biçimlerde tezahür ediyor. Özellikle 2010’lu yıllarda ortaya çıkan büyük protestoların birçoğu, süreklilik arz etmeyen, aniden yükselen ve çoğu zaman örgütsel bir çerçeveden mahrum sosyal patlamalar şeklinde gelişmişti. Bugün hemen tüm sol hareketler Gezi’nin mirasını sahiplense de, bu sahiplenmenin içinde örgütsüzlükten kaynaklanan eksikliklere dair bir sorgulama hep hissediliyor.

Örgütlülüğün önemine dair farkındalık birleşik mücadele arzusunu da görünür biçimde artırmış durumda. 2010’ların başında yaşanan bu örgütsüz ama devasa patlamalardan dersler çıkaran sol örgütler, 1990’ların sonundaki ÖDP deneyiminden bu yana belki de hiç olmadığı kadar birlikte hareket etme yönünde bir isteklilik sergiliyorlar. Ne var ki bu birliktelikler çoğu zaman bir duygu birliğinden ziyade, rasyonel hesapların ve stratejik pazarlıkların ürünü olarak şekilleniyor. Ortaya çıkan birlik zeminleri, genellikle karşılıklı tavizlerle belirlenen bir asgari müşterek çerçevesiyle sınırlı kalıyor. 1 Mayıs’ta Taksim’e çağrı yapan farklı örgütlerin biraradılığı, bu durumun örneklerinden biri olarak görülebilir.

1 Mayıs’takine benzer birleşik mücadele girişimlerine son birkaç yıldır sıklıkla tanık oluyoruz. Otuz kırk imzacı örgütün, yani her biri müstakil dikey flamalarla temsil edilen çok sayıda kurumun bir araya geldiği, sayıca çok ama etkisi sınırlı pek çok kolektif eylem düzenlendi bu süreçte. Peki bu birlik zemini mücadelenin sınırlarını genişletmeye yarıyor mu? Kendi örgütsel faydalarını gözeterek kar maksimizasyon denklemlerini işleten onlarca yapının aynı zeminde bulunuşu, sahiden bir örgütlülük anlamına geliyor mu? Daha da önemlisi, Kürt hareketinin neredeyse hiçbir ön hazırlık yapmadan, kadın hareketinin ise oldukça sınırlı bir hazırlıkla hayata geçirebildiği kolektif çıkışları, sol örgütler neden işçi mücadelesi söz konusu olduğunda –günlerce, hatta haftalarca süren planlamalara rağmen– ortaya koyamıyorlar?

Çünkü çoğu zaman esas belirleyici olan, zannedildiği gibi stratejik-taktiksel hesaplamalarla şekillenmiş planlı bir örgütlülükten ziyade, daha derinlerde kök salan kültürel ve duygusal bir örgütlülüktür. Yanlış anlaşılmasın, yazar burada birleşik mücadeleye dair bir hipotezi test etmiyor. Ancak toplumsal mücadelenin dönüştürücü gücü, örgütlerin ne denli tutarlı programlara sahip olduğundan, ne kadar rafine analizler ürettiğinden ya da ne kadar yan yana isim yazdırabildiğinden çok, bu türden bir duygudaşlık üzerinden inşa edilen bağlara dayanıyor. Büyük ölçekli siyasal etkiler ya da radikal dönüşümler de çoğu zaman bu görece görünmez kültürel örgütlülüğün bir ürünü sayılabilir. Yani kolektif anlam kurma pratiklerinin yarattığı sessiz mutabakatlar kurucudur. Ortak öfke ya da müşterek umutlar etrafında kurulan bu tür bağlar, kâğıt üzerindeki birliklerden çok daha sahici ve taşıyıcı bir zemin........

© Emek ve Adalet Platformu