menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bir Sistem Çöküşü: Açlık Oyunu Ekonomisi Türkiye’de nasıl işliyor?

25 0
21.05.2025

EVRİM RIZVANOĞLU

DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili

Bu yazıda yalnızca bir kavramı değil; bir sistemi, bir zihniyeti ve hatta bir çöküş biçimini ele almaya çalışacağım. Yoksullukla, eşitsizlikle, hayal kırıklıklarıyla örülü bir düzenin giderek normalleştirildiği bir çağda yaşıyoruz. Ve bu düzenin adı artık yalnızca “ekonomik model” değil. Bu düzenin adı: Açlık Oyunu Ekonomisi.

Bu kavramı ilk kez Amerikalı profesör Scott Galloway ortaya attı. Derinleşen eşitsizlikleri ve bunun artık yapısal hale gelmesini tarif etmek için. Ve şöyle dedi: “Artık sistem, yetenekli insanları değil, zengin çocuklarını daha da zengin yapmak için çalışıyor.” Bu yalnızca bir ekonomik tercih değil; aynı zamanda toplumsal dokunun, fırsat adaletinin ve sınıf geçişkenliğinin çöküşüdür. Başlangıçta sadece Amerika’ya özgü bir kriz gibi görünse de bugün Türkiye’de bu tanımın izlerini açıkça görmek mümkün.

Çünkü artık bu düzen bir yarış değil. Ya da daha doğru bir ifadeyle: Artık bir yarış olma vasfını kaybetmiş durumda. Başlangıç çizgisinde herkesin aynı hizada durduğu, emeğin karşılık bulduğu, çalışmanın ödüllendirildiği bir düzenden söz edemiyoruz. Kimin kazanacağının doğuştan belli olduğu, kimin kaybedeceğinin sisteme kodlandığı bir oyun oynanıyor. Ve bu oyun, milyonlarca insanı daha baştan diskalifiye ediyor.

Amerika’da en zengin yüzde 10’luk kesim, ülke gelirinin üçte ikisini kontrol ediyor. Hisse senetlerinin yüzde 87’si, gayrimenkullerin yüzde 44’ü onların elinde. Tüketimin de neredeyse yarısı bu gruba ait. Geri kalan yüzde 90 ise sistemin çevresinde, yavaş bir ekonomik ölüme doğru sürükleniyor. Galloway’in kelimeleriyle bu bir “slow death” süreci. Her gün biraz daha yoksullaşmak, her sabah daha az umutla uyanmak, gelecek dediğimiz şeyin yalnızca ekranlarda gösterilen bir fanteziye dönüşmesi.

Bu tablo bize hiç de yabancı değil. Türkiye’de yaşananlar bundan farklı değil. Hatta çoğu zaman daha sert, daha hızlı, daha yıkıcı. Türkiye'de en zengin yüzde 20’lik kesim, toplam gelirin yüzde 48’ini alıyor. En yoksul yüzde 20 ise yalnızca yüzde 6’lık bir payla hayatta kalmaya çalışıyor. Pastanın neredeyse yarısı, nüfusun beşte biri arasında bölüştürülüyor.

Bu sadece bir gelir dağılımı problemi değil. Aynı zamanda bir ülkenin kimleri gözettiği, kimleri gözden çıkardığıyla ilgili bilinçli bir tercihtir.

Üstelik mesele yalnızca gelir de değil. Eşitsizlik hayatın tüm alanlarını kuşatmış durumda. Bir çocuğun hangi mahallede doğduğu, nasıl beslendiği, ne kadar erken kitapla tanıştığı, ne tür bir okula gidebildiği ve ileride........

© Ekonomim