İbrahim Halil Çelik yazdı: Küçük Yuvarlak Taşlar’ın Anlattıkları
Sessizlik. Bu kelime belki de yeryüzünde bütün insanların ihtiyaç duyduğu temel bir hâl. Bir dil. Bir anlaşma biçimi. Anlama veya anlaşılma şekli. Bu sözcükle ilgili hatıramda kalmış ilk cümle şu: İnsanlarla konuşmaktan vazgeçtiğim günden beri sorularıma cevap veren tek şey sessizlik. Yavuz Ekinci’nin Sırtımdaki Ölüler adlı öykü kitabındaydı bu cümle. Yine yazarın Bana İsmail Deyin adlı kitabında da, her şeyden önce sessizlik vardı, diye bir cümle vardı. En son Mustafa Soyuer’in kitabında sessizlikle ilgili şöyle bir cümle okumuştum ki benim Korkunç Beyaz adlı kitabımda, Üçlerden Çektiğim öyküsünde geçen: “Dünyada bir anadil varsa o da sessizlikti.” ifadesini andıran ve beni bu yüzden sevindiren o cümle ise şöyleydi: Sessizliğin bir anadile dönüştüğü bu kasvetli odadan çıkıp babamın odasına geçtim. Örnekler çoğaltılabilir.
Melisa Kesmez’in Küçük Yuvarlak Taşlar adlı öykü kitabını okuduğumda satılar arasından akan sessizlik, hikâye kahramanlarının yalnızlıkla mücadele ederken sessizliği kutsal bir gereksinim gibi düşünmeleri, duyumsamaları ve sessizliğe olan ihtiyaçlarını yine susarak hissettirmeleri beni etkilemişti. Bu ihtiyaç veya bu sükût bir anlaşılmamayı da beraberinde getiriyordu fakat bir süre sonra bu sessizliğin asıl anlaşılma öğesi olduğu göze çarpıyor, zaman görevini yapıp her şeyi ortaya çıkarıyordu. Melisa Kesmez, yarattığı sıcacık atmosferle bizi kitabın içine çekerken boğazımızda bir yumru bırakır. Bir sessizlik kaplar içimizi. Hayata yenilmişleri değil de yenilmeyi tercih edenleri yazmış desek kulağa saçma gelecek fakat bazen bu tercihler zaruridir. Mücadele etmek kâfi gelmeyecek ve zulmü, sürünmeyi artırıp bir azaplıktan başka bir şeye dönüştürmeyecekti. Alınan kararlar bir yenilgiyi de beraberinde getirse de hayat dediğimiz bu serencam yeni kapılar açtıracak ve yenilgiyi unutturmasa da bazen iyi ki öyle olmuş dedirtecekti. Bu yaşam nelere gebe! Ak dediğimiz........
© Edebiyat Burada
