Evren Yesari ile Gülhan Tuba Çelik Söyleşti
Romandaki bazı şeyler, çocukluğumdaki yaşanmışlık ve duygulardan izler taşıyor elbette. Ailemin ve çevremdekilerin bana—çoğu dedikodudan ibaret—dayattığı korku atmosferi beni fazlasıyla etkilemiş olabilir. Bu korku da öteki olarak görülen insanlara karşı vicdan ve şefkat duygumu daha çok ortaya çıkarttı sanırım. Peki, ben bu korkuyu nasıl seçtim ve kurguladım? Bu sorunun yanıtını bilseydim her ay bir roman yazabilirdim.
Evren Yesari ile Vaker üzerine
Söyleşen: Gülhan Tuba Çelik
Gülhan Tuba Çelik: Önce senden başlayalım. Yeni çıkan kitaplar önüme düştüğünde eğer yazarı tanımıyorsam, bir bakarım; kimdir, necidir diye. Seni araştırdığımda isminin mahlas olduğunu gördüm ve şaşırdım. Çünkü günümüzde gittikçe kötüleşen bir yayın dünyasında birbirimizi okuyarak birbirimizi çoğaltıyoruz malum. Senin için hiç kimsenin bilmediği bir isimle yazmak risk almak olmadı mı? Bunu nasıl göze aldın? Bence daha ilginci, yayınevi nasıl göze aldı?
Evren Yesari: Evet, aslında risk ama ortaya bir eser çıkarmak—hele günümüzde—başlı başına bir risk zaten. Senin de dediğin gibi, sadece çevremizdekilerin okuduğu, hatta belki çevremizdekiler tarafından bile kapağı açılmayacak bir eser de olabiliyor yazdıklarımız.
Ben en başından daha büyük bir risk aldım. Yayınevine mahlasla yolladım Vaker’i. Metne o kadar çok güveniyordum ki, sadece bir yayınevine, İletişim’e yolladım. Yayınevi dosyama olumlu dönüş yaptı ama ben bir süre daha gerçek kimliğimi açıklamadım kimseye. Metnin önüne herhangi bir şeyin geçmesini istemedim. Hatta editörüm, nasıl hitap edeceğini bile bilemedi; “Hanım mı, bey mi diyeyim, bari onu söyleyin” dedi. Ama son ana kadar büyük bir sabır ve anlayış gösterdi sevgili Duygu Çayırcıoğlu, sağ olsun…
Gülhan Tuba Çelik: Mahlasa karşı çıkmadılar mı peki?
Evren Yesari: İllaki yayın kurulunda konuşup tartışmışlardır bu konuyu ama bana yansıyan hiçbir şey olmadı olumsuz anlamda.
Gülhan Tuba Çelik: Kitabın ismiyle devam edelim. Vaker çok hoş bir seçim. Birçoğumuz anlamını metnin içinde öğrendik: Biraz ünlem, biraz emir, biraz azar. Devamında mutlaka bir hareket var. Kelimeye, etimolojisine, sendeki yerine, metne ad verişine girelim biraz buradan.
Bildiğim kadarıyla vaker, “anlat, söyle, konuş” demek. Romanda da bu anlamda kullanılıyor daha çok, ama yerine göre birçok farklı anlamda kullandığım joker bir sözcük.
Evren Yesari: Roman henüz bir düşünce halindeyken adının Vaker olacağına karar vermiştim. Suriçi’ni gezerken “vaker vaker” diye mırıldandığımı, yeni keşfettiğim Suriçi kahvelerinde oturup yan masadaki sohbeti dinlerken önümdeki deftere vaker yazdığımı hatırlıyorum. Ama bu sözcüğün bu kadar işime yarayacağını, metni ve meseleyi bu kadar yansıtıp böyle uyumlu olabileceğini tahmin etmiyordum. Metni yazdıkça o da doldu ve kendini buldu; sözcük daha işlevsel bir hâle geldi. Dolayısıyla romanın adının Vaker olması benden bağımsız olarak kaçınılmaz oldu.
Gülhan Tuba Çelik: 2019’da İrfan Özet’in Fatih-Başakşehir / Muhafazakâr Mahallede İktidar ve Dönüşen Habitus kitabını okumuştum ve Fatih’in Başakşehir’e kayma sebeplerinden birinin tam da senin romanda işlediğin olgu olduğunu söylüyordu yazar. Sulukule, “kentsel dönüşüm” adı altında bir soylulaştırma işlemine açılır; Sulukule yerlilerine, sosyete Çingenelerine, Kayaşehir’de nispeten uygun fiyatlı evler verilir. Fakat Taksim’de, Kumkapı’da, Samatya’da çalan gece insanlarının alemden sonra oraya dönmeleri mümkün değildir. Ki mümkün olsa bile bu bir sürgündür; onlar da Karagümrük’ün, Edirnekapı’nın, Atikali’nin bodrum katlarına, eski evlerine dağılır ve diğer mahallenin dönüşümü başlar. Burası aynı zamanda senin mahallen hâlâ. Metinde adı Buharkapı belki ama ben Karagümrük’ü düşündüm direkt. Metin bir çocukluğun içinden geçerek kendini sana nasıl dayattı; tam da orayı yazmaya karar veriş sürecini dinleyelim.
Evren Yesari: Sulukulelilere Kayaşehir’de, Taşoluk’ta uygun fiyatlı evler verildi ama o güne kadar yaşadıkları mahallelerindeki evler komik rakamlara alındı ellerinden. Başka çaresi kalmayanlar Kayaşehir’e, Taşoluk’a gitti; ama bir süre sonra yapamayacaklarını anladılar oralarda ve geri döndüler. Suriçi’nin daha iç tarafındaki mahallelere dağıldılar. Bu dağılma, kültürlerinin parçalanması aslında. Evet, yine asıl mesleklerini yapanlar, Taksim, Kumkapı, Samatya gibi yerlerde çalanlar vardı ama yerleştikleri mahalledekilere uyum sağlamak zorundaydılar. Kimse onların kafasına silah........
© Edebiyat Burada
