İktisadi milliyetçilik
Küresel çapta sınırsız sermaye dolaşımının yarattığı yapay konfor alanının, her an yaşanabilecek döviz ve bankacılık depremleriyle sarsılabileceği, hatta yerle yeksan olabileceği artık hepimizin malumu. Türkiye ekonomisinin enerjide ve ara malda dışa bağımlılığı nedeniyle hiç eksilmeyen döviz ihtiyacı, bu vahameti bizim de birkaç kez tecrübe etmemize yol açtı.
Sebebini anlamakta zorlandığımız sıcak para girişleriyle saman alevi gibi bir anda ortaya çıkan bolluk ve refah balonu, sermayenin yine ani bir şekilde kaçmasıyla kendiliğinden sönüverdi ve telafisi güç sosyoekonomik krizlere yol açtı. Oysa ki Nasreddin Hoca’nın bir fıkrasındaymışız gibi doğurduğuna gözü kapalı inandığımız kazanın ölümlü olabileceğini, bir gün gelip te hayata arzı veda edeceğini aklımızın ucundan geçirmemiş değildik elbette ama hepimizin ihtişamlı bir yalana inanası vardı.
18. asırdan itibaren önce İngiltere, sonra da ABD iktisadi ve siyasi açıdan egemen güç olana kadar korumacı politikalar izlemiş, akabinde ulusal çıkarlarının gereği olarak küresel piyasalara kesintisiz erişimi savunan liberalizme geçiş yapmış, bir iki istisna hariç tüm ülkeler de onları takip etmişti.
Ancak, milletlerarası mali sistemin etkinliğinin bilhassa 2008’deki finans krizinden bu yana tartışmalı hale gelmesi, ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşları, Batı’nın dünyanın geri kalanına her fırsatta uyguladığı ambargo ve yaptırımlar, Covid 19 salgını, tedarik ve gıda sorunları, iklim........
© Dünya
