“Din”i İslam Medeniyetine karşı kullanmak!
İslam’ın din ve medeniyet bütünlüğü olduğu, Kur’an-ı Kerim’den açıkça anlaşıldığı gibi, Asr-ı Saadet pratiğinden de açıkça görülmektedir.
Müslümanlar, fethettikleri coğrafyalara sadece namazı, orucu götürmediler; aynı zamanda adaleti, insan haklarını, birlikte yaşama olgunluğunu ve kalkınmayı götürdüler.
Buna rağmen henüz ilk yüzyılda iki zıt akım gelişti: Bir grup, İslam’ın klasik anlamda din yanını, medeniyet yanını bastırma, durdurma yönünde anladı; klasik dindarlığa kendisini feda ederken medeniyetin önüne dikildi. Bu dindar kesim; medeniyetin adalet, insan hakları ve birlikte yaşama olgunluğunu nispeten önemserken kalkınmaya karşı duyarsız kaldı ya da kalkınmayı “dünyevi” bir iş olarak gördü.
Diğer grup ise medeniyeti neredeyse sadece kalkınma olarak gördü; klasik dindarlığı nispeten yaşatırken adalet ve insan haklarına karşı duyarsız kaldı.
Bizde her iki kesim için de gizli ve açık laiklik olarak görülebilecek bu durum, Müslümanların ilk uzun soluklu krizidir. İslam medeniyeti, bu krizle sürekli bir imtihan yaşamıştır.
İslam, Tevhid üzere bir birliktir. O birliğe halel geldiğinde İslam’dan hakkıyla yararlanamama gibi bir sorunla yüz yüze kalmaktayız.
Bugün yaşadığımız, bundan ötede bir sorundur. Farklı planlamalarla İslam’ın din yanı, İslam’ın medeniyet yanına karşı doğrudan kullanılmakta, onunla mücadele ettirilmektedir.
Analizimizde zannederim bugüne kadar hiç işlenmemiş bu hususu ele alacağız.
MEDENİYETTEN NEYİ ANLAYACAĞIZ?
Seyyid Kutub’a göre medeniyet bizzat ve sadece İslam’dır. Bu önderce tespitle birlikte genel olarak medeniyet; inanç/ideoloji, edep (hukuk-disiplin)-organizasyon ve üretim (gelişme-ilerleme) bütünlüğü ve bütünlüğün getirdiği aksiyon olarak anlaşılır.
Medeniyetle ilgili farklı anlayışların odağında edep (hukuk-disiplin) ve organizasyon buluşması yer alırken bu buluşmanın üretimi, ilerlemeyi sağlaması da medeniyet için koşul olarak görülür.
Modern dünyada medeniyet, daha çok teknik ilerleme olarak anlaşılırken bugünün postmodern dünyasında özellikle önceki kuşak medeniyet araştırmacılarınca, birlikte yaşama kültürü, hukuk ve insan hakları bağlamında ele alınmaktadır. Meselenin iki yanına bakanlar da tarihe yöneldiklerinde İslam’ın medeniyet yanını itiraf etmek zorunda kalmışlardır.
İslam, bugünkü ilmî ve teknik gelişmelerin esasını oluşturacak bir gelişme sağlamış; bununla birlikte hukuk, insan hakları ve birlikte yaşam kültürü bağlamında dünyaya büyük bir mesafe kaydettirmiştir.
İslam medeniyeti; birlikte yaşam deneyimi açısından eşsizdir. İslam; Hristiyan ve Yahudiler bir yanı, kendi bünyesi içinde saklanarak oluşan Nizarilik, Yezidilik, Dürzilik gibi uç inanışlara da yaşam hakkı vermiştir. Bu inanışlara sapan topluluklar, siyasi bir sorun çıkarmadıkları sürece Müslümanlar yüzyıllar boyu onların üzerine varmamışlardır.
Nitekim Rawls gibi liberal uygarlık araştırmacıları, modern dünya öncesinde İslam alemi dışında, birlikte yaşam kültürünün bulunmadığını dile getirmişlerdir. Aynı araştırmacılar, günümüzde çok kültürlülük ve çok hukukluluk içinde birlikte yaşam seçenekleri oluştururken tarihte İslam tecrübesi dışında elimizin altında bir örneğin bulunmadığını söylemek durumunda kalmışlardır.
NE KADAR MÜSLÜMANIZ?
Bu soru, Müslümanların Emevî ve Abbâsî çağlarında yaşadığı ilk medeniyet krizinden dolayı, yüzyıllar boyu aklımıza sadece bazı inançlar, ibadetler ve haramları getirdi.
Sorumluluklar konumlara göre değişir ve sorumlulukları yerine getirmekte istek ve kararlılık kişilerin değerini ortaya koyar. Oysa biz, konumu ne olursa olsun kişinin Müslümanlığını........
© Doğruhaber
