menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Sivil toplum ve liberalizm

9 0
13.07.2025

Günümüzde ‘’sivil toplum’’ analitik bir kavram olmaktan çok, devletin baskıcılığını -tamamen önleyemese de- frenleyen veya dengeleyen ana sosyolojik dinamik olarak anlaşılmaktadır. Bu anlamda özerk bir sivil toplumun varlığı demokrasinin de başlıca güvencesi olarak görülmektedir.

‘’Sivil toplum’’ kavramı modernliğin başlarında bugünkü anlamda kullanılmıyordu. Meselâ John Locke (1632-1704) ’’sivil toplum’’u insan topluluklarının ‘’tabiat hali’’nden medenî hayata geçmeleri anlamında kullanmıştır. İroniye bakınız ki, 19. asırda ‘’soylu vahşî’’ hayranı Jean-Jacques Rousseau (1712-1778) ‘’medeniyet’’i ve sivil toplumu ‘’insanlık durumu’’nda bir ilerleme değil de gerileme olarak görecektir.

Sivil toplum kavramı 18. yüzyılda özellikle İskoç Aydınlanması düşünürlerinin katkısıyla anlam değişikliğine uğrayarak toplumun devletten özerkliği anlamında kullanılmaya başlayacaktır. Toplumu kendi-kendini düzenleyen (ve devletin keyfî müdahalesinden korunması gereken) özerk bir alan olarak gören bu “klâsik” sivil toplum teorisine 19. yüzyılda Friedrich Hegel (1770-1831) karşı çıktı. Hegel’e göre sivil toplum -başta özel çıkarların çatışmacı rekabeti olmak üzere- bünyesinde barındırdığı çelişkiler yüzünden kendi kendisini idame ettirme kabiliyetinden yoksundu, bunu ancak devletin müdahalesiyle yapabilirdi. Devlet sivil toplum kendi kendine yeterli olmadığı için ortaya çıkar.

Aynı yüzyılda sivil toplum kavramını bambaşka bir kavramsal çerçeveyle de olsa klasik anlamına geri döndüren Karl Marx (1818-1883) oldu. Hegel’in sivil toplum-devlet ilişkisi modelini tersine çeviren Marx’ın teorisi sivil toplumun devlete değil, devletin sivil topluma bağımlı olduğunu söylüyordu. Başka bir ifadeyle, siyasî-hukukî üst yapıyı (yani devleti) sosyo-ekonomik alt-yapı (yani sivil toplum) belirliyordu.

Aslına........

© Diyalog Gazetesi