menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yusuf Akçura

7 1
18.03.2025

Akçura, İdil (Volga) nehri üzerindeki Simbir şehrinde dünyaya gelmiştir. Kırım göçmeni köklü bir burjuva Tatar ailesine mensup olan Akçura’nın babası kumaş fabrikaları sahibi Hasan Süleymanoğlu, annesi ise, yine Kazan’ın tanınmış ailesi Yunusoğulları’ndan gelen Bibi Kamer Banu’dur.[1]

Çarlık döneminde Simbirsk olan adı Lenin'in 1924 yılında ölümünün ardından (Lenin’in asıl soyadı olan Ulyanov’dan dolayı) Ulyanovsk olarak değiştirilen[2] kent hakkında Kırım kökenli İlber Ortaylı, “Şehrin önemli ve tanınmış evlatları çok. Yusuf Akçura da bunlardan biri...”, “Troçki, Türklere Akçura gibi bir milliyetçi üreten Simbirsk için; “İnsanın feodal Rusya’nın dehşetini anlaması için Simbirsk’te büyümesi gerekir.” demiş. Bu dehşeti anlayan Simbirsk’te doğan ve büyüyen Vlamidir Ilyiç Lenin idi. Babası o vilayetin maarif müfettişiydi. Üç nesildir devlete hizmet eden bu ailenin “Liçniydvoryanin-liyakat aristokrasisi”ne mensub olduğu açık. Eğer ağabeyi İlya yaramazlık yapıp da Çar’a karşı suikast teşebbüsünde bulunmasa gül gibi yaşarlardı.”,

Simbirsk’in maarif müdürünün oğlu Vladimir Ulyanov, öbür müdürün oğlu Aleksandr Kerenski Rusya’nın idaresinde ve ihtilali tarihinde izleyen kişi oldu.
1917 Şubat devrimini Marseillaise eşliğinde yapan Krenski taraftarlarıydı; Ekim ayında kızıl bayraklar ve Enternasyonal Marşı’nın eşliğinde yapanlar ise Lenin’in Bolşevikleri. Simbirsk hep Simbirsk’ti; açlıktan uzak, çalışkan, eski inançlı (staroverts) Rus tüccarlar yanında Yusuf Akçura’nın ailesi gibi becerikli ve zengin Tatar milyonerler, bereketli bir toprak, kilise, jandarma, tarih ve edebiyat meraklısı dar bir aydın zümre... Simbirsk siyasi baskıya ve ayaklanmaya alışmıştı.”[3] demektedir.

Yusuf Akçura’nın babası tarafından Dibirdi'ler, annesi tarafından Apanaylar, Kazaklar gibi İdil-Ural ülkesinin tanınmış ve zengin Türk aileleri ile akrabalığı vardı. Mutaasıp olmayan Kazanlı zengin ailelerde usul olduğu üzere küçük Yusuf’un eğitimi için bir Rus mürebbiye tutuldu. Bu gibi zenginler arasında, devletin hakim milleti olan Ruslar karşısında ezik düşmemek için Rusça'yı iyi bilmesi gerektiğine inanılıyordu. Böylece Yusuf, ufak yaşında bir taraftan Rus dadı, diğer taraftan ise katı dini terbiye görmüş olan anne tarafından eğitilmeye başlandı. 1879'da henüz iki-üç yaşında iken babasını kaybetti. Dul kalan annesi çocuğu ile Simbir'den Labofka'ya göçtü. Burada iken Yusuf Abdülmend adlı bir molladan az çok okuma yazma dersleri aldı. Genç annenin tecrübesizliği neticesinde işler kötü gidince borca girdiler. Bu durumda bir Rus avukatının aracılığı ile alacaklılar, mallarına haciz koydurdular. Bu arada Yusuf’un amcalarının rolü meçhuldür. Sonunda bu maddi baskılardan kurtulmak ve eldeki mevcut bir miktar parayı da kurtarmak kaygusu ile annesi Yusuf’u da yanına alarak Kırım üzerinden İstanbul'a geldi.[4]

Yusuf ilk mektebi bitirdikten sonra 9 yaşında Koca Mustafa Paşa Askerî Rüştiyesine yazılmıştı. (…) Askerî rüştiyeyi bitirdikten sonra 1892’de Kuleli Askerî İdadisine girmiş, 1894 yılında da buradan Harbiye Mektebine girmiştir. 1896 yılında teğmen rütbesiyle Erkan-ı Harbiye Mektebine girmeye hak kazanmıştı. (…) 1896 yılında Harbiye Mektebi’ni bitiren Yusuf Akçura, Erkan-ı Harbiye sınıfına ayrılmıştı. Ancak birkaç ay sonra Akçura, dönemin hükümeti tarafından Avrupa’da bulunan “Genç Türkler” cemiyeti ile ilgisi olduğu ileri sürülerek tutuklanmıştı. (…) Yusuf Akçura, Erkan-ı Harbiye Mülazimi Sanisi (Üsteğmen) rütbesi ile tutuklandığı zaman sınıf arkadaşı Ahmet Ferid de onunla birlikteydi. Sayıları 84’ü bulan tutuklular, II. Abdülhamit’in iradesiyle topluca Fizan’a[5] sürülmek üzere 28 Ağustos 1897’de Trablusgarp’a gönderilmişler, ancak Trablusgarp vilayeti hazinesinde 84 kişinin Fizan’a sevki için yeterli para bulunamadığı için bu şehirde hapsedilmişlerdi. (…) II. Abdülhamit ile Avrupa’da bulunan Genç Türkler arasında yapılan bir anlaşmayla, Trablusgarp’ta zorunlu ikametleri koşuluyla, tüm mahkumlarla birlikte serbest bırakılan ve rütbesi iade edilen Akçura, burada bulunan Fırka’nın Erkan-ı Harbiye’sine katılarak bir süre kalemlik ve sancaklarda da öğretmenlik yapmıştır. (…) İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Trablusgarp’taki yedinci şubesini kuran Tümen Komutanı Recep Paşa ve yaveri Şevket Bey’in de yardımıyla, arkadaşları Ahmet Ferit ve Zühtü Bey’le beraber kayıkla Trablusgarp’tan kaçmayı başarmışlar, Tunus üzerinden Fransa’ya geçmişlerdir.[6]

Paris’te üç yıl Siyasal Bilgiler Okulu’na devam etti. Türkçülük fikirleri hayatının bu döneminde olgunlaştı. Akçura, Essai sur l’histoire des institutions du Sultanat ottoman (Osmanlı Saltanatı Kurumları Tarihi Üzerine Deneme) adlı tezini vererek okuldan, üçüncülükle mezun oldu. 1903 yılında, İstanbul’a dönmesi yasak olduğu için amcasının yanına Kazan’a gitti ve dört yıl kaldı. Tarih, coğrafya ve Osmanlı Türk Edebiyatı öğretmenliği yaptı. Ahmet Rıza’nın çıkardığı Şuray-ı Ümmet ve Meşveret gazetelerinde imzasız yazıları yayımlandı. Kazan’da iken yazdığı ve onu Türk siyasî hayatında meşhur eden Üç Tarzı Siyaset isimli dizi makalesi 1904 yılında Mısır’da yayımlanan “Türk” adlı gazetede çıktı. Türkçülük akımının manifestosu olarak kabul edilen bu 32 sayfalık makalesinde Akçura, Osmanlı İmparatorluğu’nun tekrar eski gücüne kavuşabilmesi için devletin resmî olarak benimseyebileceği muhtemel üç ana düşünceyi (Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük) tetkik etti.[7]

Yusuf Akçura'nın 1904 tarihinde, Kazan'ın Züye Başı köyünden Mısır'daki Türk gazetesine göndererek yayınlattırdığı, "Üç Tarz-ı Siyaset" adlı makalesi, Türkçülüğü öncü bir ilke olarak teklif etmesi bakımından önemlidir. Bir kısım Batılı yazarlar, "Komünist Manifesto Marksizm için ne ise, Üç Tarz-ı Siyaset de Türkçüler için aynı şeydir" görüşünü dile getirmişlerdir.[8]

15 (28) Ağustos 1905'te Oka nehri üzerinde bir gemide Rusya Türklerinin ilk (gizli) toplantısı yapıldı. Bu toplantıda "Müslüman İttifakı" adlı siyasi bir parti kurulmasına karar verildi. "Müslüman ittifakı" partisinin onbeş kişilik merkez komitesinde Yusuf Akçura da bulunuyordu. (…) Yusuf Akçura bu arada Kazan'da ilk defa neşrolunan, avukat Seyid Gerey Alkin'in baş muharrirliğini yaptığı Kazan Muhbiri'nde çalıştı. (…) Yusuf Akçura bir ara Kazan'ın ileri gelen medreselerinden "Medrese-i Muhammediye’de siyaset ve tarih dersleri verdi. Bu medresedeki çalışmalarının ürünü olan Ulum ve Tarih adlı eseri 1906'da Kazan'da basıldı. (…)........

© Dikgazete.com