menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

ABD-Türkiye ekseninde Salome hâlâ dans ediyor, Yahya hâlâ susmuyor!

15 43
yesterday

Kutsal metinlerde anlatılan meşhur hikâyeyi bilirsiniz: Yahya, Kral Herod’un gayrimeşru evliliğini eleştirir. Bu sözler Herod’un karısı Hirodias’ın öfkesini kabartır. Gün gelir, Hirodias’ın kızı Salome bir davette dans eder; Herod büyülenir ve ne isterse vermeyi vaat eder. Salome ise annesinin yönlendirmesiyle Yahya’nın başını ister. Ve hakikati dile getiren bir peygamberin başı, gümüş bir tepside sunulur.

Bu dramatik hikâye, aslında dünün değil, bugünün de hikâyesidir. Bir yanda ihtirasına yenilen Hirodias, diğer yanda zaaflarının esiri Herod, cazibesiyle büyüleyen Salome… Ve bütün bu ihtiras üçgeninin karşısında yalnız başına duran Yahya.

Yahya, doğruyu söyledi. İktidarın hoşuna gitmeyecek bir hakikati dile getirdi. Bunun bedeli ise zindan, ardından da gümüş tepside sunulan bir baş oldu. Tarih boyunca değişmeyen bir kural var: Hakikati dillendirenin başı her çağda tehlikededir.

Bugün Türkiye’nin toplumsal atmosferine baktığımızda, bu hikâyenin gölgesini görmek zor değil. Her dönemde cazip danslar sunan “modern Salome’ler” var: Popülizmin parıltılı vaatleri, ekranlarda köpürtülen sansasyonlar, sosyal medyanın kısa vadeli parıltısı, tüketim kültürünün büyüleyici cazibesi… Bunlar halkı eğlendiriyor, oyalıyor, hatta büyülüyor. Ama sonunda tepside bir “baş” beliriyor: sağduyunun, aklın, ortak değerlerin başı.

Herod’un zaafı, Hirodias’ın ihtirası ve Salome’nin dansı bir araya geldiğinde ortaya çıkan manzara bize yabancı değil. Türkiye’de de kimi zaman popülist çıkışların cazibesi, kimi zaman makam hırsının ihtirası, kimi zaman da bireysel zaaflar yüzünden toplumsal akıl yara alıyor. Gerçekler, çıkarların gölgesinde boğuluyor.

Ama Yahya’yı unutmayalım. O, bu hikâyede sadece bir peygamber değil, aynı zamanda vicdanın, adaletin ve hakikatin sembolüdür. Bugün de toplumda doğruyu söyleyen, eleştiren, hakikati savunan herkes bir nevi ‘Yahya’dır. Kimi zaman susturulmak istenirler, kimi zaman itibarsızlaştırılırlar. Ama tıpkı tarihte olduğu gibi, hakikat bir süre bastırılsa da sonunda yeniden yükselir.

Velhasıl; Salome hâlâ dans ediyor. Hirodias hâlâ ihtiras peşinde, Herod hâlâ zaaflarının esiri. Ama Yahya’nın sesi de hâlâ susmuyor. Bugün Türkiye’nin en büyük ihtiyacı, Salome’nin dansına kapılmadan, Yahya’nın sesine kulak vermek. Çünkü gümüş tepside kaybedilecek olan şey, yalnızca bir baş değil; toplumsal vicdanın ta kendisidir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın altı yıl aradan sonra yaptığı Beyaz Saray ziyareti, Türkiye-ABD ilişkilerinde yeni fırsatlar ve risklerin eş zamanlı olarak değerlendirildiği bir döneme denk geldi. Zirvede F-16 ve F-35 alımları, Ruhban Okulu’nun açılması, Halkbank Davası ve Türkiye’nin Rusya’dan petrol alımı gibi konular, iki ülke arasındaki ekonomik ve güvenlik iş birliğinin kritik göstergeleri olarak öne çıktı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yaklaşık altı yıl aradan sonra Beyaz Saray’a yaptığı ziyaretle, ABD ile ilişkilerini yeniden canlandırmayı hedefledi. Bu tek taraflı bir istek değildi. ABD tarafı da aynı iradeyi göstereceğinin sinyalini önceden vermiş; Trump'ın en büyük çocuğu, 48 yaşındaki Donald Trump Jr. ve beraberindeki bir grup iş insanı geçen hafta İstanbul’da Türk yetkililerle görüşmelerde bulunmuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın riyasetindeki Türk heyetinin Washington ziyareti, Ankara’nın büyük bütçeli silah ve ticaret anlaşmaları karşılığında ABD’den siyasi ve ekonomik avantaj sağlamayı amaçladığı bir döneme denk geldi. Ancak bu süreç tek taraflı değildi; ABD de Türkiye ile iş birliğinden stratejik ve ekonomik kazanç elde etmeyi, özellikle bölgesel güvenlik, enerji ve ticaret alanlarında kendi çıkarlarını güçlendirmeyi hedefliyordu.

İki liderin görüşmesinde öne çıkan konular, Türkiye’nin savunma kapasitesini güçlendirmeyi hedefleyen F-16 ve F-35 alımları, dini ve kültürel iş birliği simgesi olarak Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması, ABD ile ticari ve hukuki gerilimleri yansıtan Halkbank Davası ve Türkiye’nin enerji tedarikinde çeşitlilik arayışını gösteren Rusya’dan petrol alımıydı.

Bu çerçevede ziyaret, yalnızca diplomatik bir randevu olmanın ötesinde, Türkiye’nin uluslararası pazarlık masasındaki stratejik konumunu güçlendirmeye dönük dikkatli bir hamle olarak değerlendirilebilir. Erdoğan’ın Beyaz Saray’a ziyareti, Türkiye’nin savunma kapasitesi, enerji güvenliği ve ticari ilişkiler üzerinden bölgesel etki alanını genişletme arayışını yansıtıyor.

Aynı zamanda, ABD-Türkiye ilişkilerinin ekonomi, savunma ve enerji güvenliği ekseninde birbirine sıkı şekilde bağlı olduğu, bu alanlardaki gelişmelerin sadece ikili ilişkileri değil, Doğu Akdeniz, Karadeniz ve Orta Doğu’daki jeopolitik dengeleri de doğrudan etkileyebileceğine dair somut göstergeler sunuyor. Bu bağlamda ziyaret, hem iki ülkenin çıkar çatışmalarını minimize etme hem de karşılıklı stratejik kazanımlar sağlama amacını taşıyor.

ABD Başkanı Donald Trump, Erdoğan ile görüşmeleri başlatırken Türkiye’ye yönelik bazı yaptırımların kaldırılabileceğini ve Türkiye’nin F-35 savaş uçağı satın almasına izin verilebileceğini ima etti. Ancak Trump, bunun karşılığında Ankara’nın Rusya’dan petrol alımlarını durdurmasını istedi.

NATO’nun ikinci büyük ordusu olan Türkiye, Orta Doğu, Doğu Akdeniz ve Karadeniz’de artan tehditlere karşı hava gücünü artırmayı hedefliyor. Bu bağlamda, Türkiye’nin F-35 programına ilgisi, sadece modern bir savaş uçağı edinme talebi değil; bölgesel hava savunma ve caydırıcılık kapasitesini güçlendirme, Yunanistan, İsrail, İran ve Rusya’ya karşı stratejik bir denge unsuru oluşturma amacı taşıyor.

Türkiye, F-35 projesinin kurucu ortakları arasındaydı; ancak 2020’de Rus S-400 hava savunma sistemlerini satın almasının ardından programdan çıkarıldı. F-35, gelişmiş sensörler, yapay zekâ destekli muharebe sistemleri ve veri paylaşım yeteneklerine sahip “beşinci nesil” çok amaçlı bir savaş uçağı. Bu uçaklar, saatte yaklaşık 1.900 km hıza ulaşabiliyor; ancak asıl önemi, hedefleri yalnızca kendi başına bulup vurabilmekle kalmayıp, topladığı bilgileri diğer uçaklara veya muharebe sistemlerine aktarabilme kapasitesinde yatıyor.

Ayrıca, ABD’nin Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Türkiye’nin ABD ile 200’den fazla Boeing yolcu uçağı için anlaşma yaptığını açıkladı. Bu durum, Türkiye’nin hem sivil hem de askeri havacılık alanında stratejik iş birliklerini artırma yönündeki çabalarını ve bölgesel güç dengelerini destekleme arzusunu ortaya koyuyor.

Rusya’nın İran’a F-35 muadili Su-35 savaş uçakları vermesi ve Polonya ile Litvanya’yı insansız hava araçlarıyla denemesi gibi adımlar, ABD’yi Türkiye’ye F-35 tedarik etmeye mecbur bırakacaktır. Türkiye, F-35 projesinden çıkarak sadece SİHA’lara güvenmeye dayalı bir strateji izlediği için hava gücü açısından zayıflamış durumda. Bu bağlamda, İran-Rusya ittifakının ortaya koyduğu güç dengesi, Türkiye’nin hava üstünlüğü açısından dolaylı bir avantaj yaratmış oldu.

Jeopolitik gelişmeler, küresel enerji sektörünü ciddi biçimde baskı altında tutuyor. Artan enerji fiyatları, olağandışı hava koşulları ve tedarik zincirlerindeki kesintiler, hemen her ülkenin enerji güvenliği endişesini büyütüyor. Savaşlar, işgaller ve bölgesel çatışmalar gibi jeopolitik gerilimler de bu kaygıları derinleştiriyor ve enerji piyasalarında belirsizliği artırıyor.

ABD, Rusya’ya yönelik yaptırımları Avrupa ülkelerine dayatarak Avrupa’nın uzun süredir devam eden Rus enerji tedarikinden kopmasını hedefliyor. Bu yaklaşımın arka planında, Avrupa pazarını Amerikan enerji şirketleri için açmak ve Rusya ile Avrupa arasındaki stratejik bağı zayıflatmak gibi iki temel hedef bulunuyor. Rusya’yı küresel enerji tedarik zincirinin dışında bırakmak, ABD’nin hem ekonomik hem de jeopolitik üstünlük stratejisinin bir parçası olarak öne çıkıyor.

Bu durum, Avrupa’nın enerji güvenliğini kırılgan hâle getirirken, alternatif enerji kaynaklarına yönelme baskısını da artırıyor. Yenilenebilir enerji, LNG ithalatı ve bölgesel enerji iş birlikleri, ülkelerin enerji arzını çeşitlendirme ve Rusya’ya olan bağımlılığı azaltma stratejilerinin merkezine yerleşiyor. Aynı zamanda enerji jeopolitiği, sadece tedarik ve fiyat dengesiyle sınırlı kalmayıp, ülkelerin dış politika ve güvenlik stratejilerini de şekillendiriyor.

Türkiye özelinde bakıldığında, enerji güvenliği hem ekonomik istikrar hem de bölgesel denge açısından kritik........

© Dikgazete.com