Derdi dünya olanın, dünya kadar derdi olur!
MOSKOVA
Hayatın taşında, toprağında eski bir kelamın yankısı kulaklarımızda tın-tın çalıyor… Yunus Emre’ye götürüyor bizi bu yankı: “Derdi dünya olanın, dünya kadar derdi olur.” Nitekim, bu söz, her anlamda günümüz insanının ve modern devletlerin karşı karşıya kaldığı en büyük çıkmazlardan birini özetler durumda…
İnsan bugünün hengamesinde, mülke, makama, hırsa, yalan bir refaha ruhunu amade ettikçe, kederin ve pişmanlığın da en büyüğüyle baş başa kalır. Çünkü “dert” dediğimiz yük, adeta bulunduğu omuzun kuvvetine göre ağırlaşır. Dünya ise omuzda taşınacak bir değirmen taşı değildir; zira onun ağırlığı nice ruhu ezdiği gibi, akılları ise bir-kaç parçaya böler… Dünyaya dair kaygılar yüreğimizi yakıp kavururken, bu yükün ağırlığı altında zaman zaman ezildiğinizi hissettiğiniz oldu mu hiç?
Bugün dünyaya bakıyorum da; mazlum coğrafyalarda, adalet ve huzura hasret milyonlarca insan var. Devlet, tarihin bu geçitlerinde, bir yönüyle bir tarafın gururu, diğer yanıyla ise mazlumların umudu olma rolünü devam ettirmektedir. Afganistan’da, Suriye’de, Gazze’de, Karabağ’da, İran’da, Orta Asya’da, Afrika’da ve daha nice coğrafyada gözyaşıyla, acıyla yoğrulmuş hikâyelere dokunmak… Her yaraya merhem olmak, her öksüze ağabeylik etmek… Fakat bu gayretin merkezinde gerçek bir mücadele ruhu, yani insanlığa hürmet var mıdır? Yoksa hakikati gizleyerek pazarlık konusu yapanlar, diğer yandan ona-buna “fetöcü” deyip, “vatan haini” ilan edenler, sözde “her yaraya merhem olur” gibi görünüp “refah”ın peşinden koşan/koşturan “dünya dertlisi” yetki(li) vatandaşlar olmasın?
Sahte bir refahın peşinden koşanları görürken asıl kaybedenin yine “insanlık” olduğunu görebiliyor muyuz?
Dünyayı kendine “dert” eden insan ve devletler; efkârının dehşetinde, çareyi ararken dertle büyür, dertle küçülürler. İşin sonunda ise genelde dünyanın büyüklüğünde yine o dertlerle........
© Dikgazete.com
