menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Mutluluk pazarlama

18 6
08.06.2025

Sabah gözümüzü açmadan elimiz telefona gider. Bildirimler, beğeniler, indirimler… Ekrandan gelen o ilk ışık, beynimize minik bir zafer fısıldar. Bugün de haz almayı başardık. Ama ertesi gün daha fazlası gerekir. Çünkü haz geçer. Çünkü beyin alışır. Ve biz fark etmeden, mutlu olmak isterken aslında sadece daha çok istemeye bağımlı hale geliriz.

Günümüz dünyasında ‘mutluluk’ kavramı, pazarlanabilir bir ürün haline geldi. Reklamlar, algoritmalar ve sosyal medya bu kavramı hazla eşanlamlıymış gibi sunuyor. Oysa nörobilim, psikoloji ve sosyoloji çok daha farklı bir tablo çiziyor.

İlk farkı anlamak için nörobiyolojiye bakmalıyız.

Haz, beynin ödül sistemini çalıştırır. Sinirbilimci Kent Berridge’in çalışmalarına göre, dopamin bir şeyi ‘istememizi’ sağlar ama ‘sevmemizi’ değil. Bu yüzden bir şeye yöneliriz, tekrar tekrar isteriz; ama o şeyin bize gerçekten iyi gelip gelmediğini çoğu zaman fark etmeyiz.

Psikiyatrist Robert Lustig, haz ile mutluluk arasındaki farkı çok net çizer: Haz hızlı gelir ve gider, bağımlılık yapar; mutluluk ise daha durağan, daha uzun vadeli ve anlam temellidir. Modern insanın bu farkı gözden kaçırması, dopamini serotonin sanmasına neden oluyor, yani keyfi mutlulukla karıştırıyor.

Pozitif psikolojinin kurucularından Martin Seligman’a göre gerçek mutluluk üç ana unsurdan oluşur; keyif, bağlılık ve anlam. Başarı unsuru teoride önemli görünse de, pratikte kolayca haz odaklı bir gösteriye dönüşebildiğinden, bu kavramı mutluluğun temel bileşenleri arasında saymak yanıltıcı olabilir.

Haz ile mutluluğun farkını kavradıktan sonra, bir sonraki adımda bu arzunun kaynağını anlamak gerekiyor.

Evrimsel olarak insan beyni, hayatta kalmak için ödül sistemine göre çalışır. Ancak modern dünyada bu sistem artık gerçek hayatta kalma sinyalleriyle değil, TikTok videoları, dijital alışverişler ve sürekli ekran uyarılarıyla tetikleniyor.

Stanford Üniversitesi’nden Anna Lembke, bu durumu ‘dopaminin egemenliği’ olarak tanımlar. Ona göre sürekli dopamin uyarımı, beynin kendi kimyasal........

© Diken