Kendinden kaçmanın bir yolu: Ertelemek
Ertelemek, çoğu zaman bir takvim sorunu değil, hayatımıza imza atmaktan duyduğumuz korkudur.
Bir işi ertelemek görünüşte sıradan bir davranıştır: “Sonra yaparım.” Bu cümle, zihnimizin perde arkasında işleyen iç tiyatronun sessiz repliğidir. Görünürde sıradan bir erteleme, gerçekte bastırılmış duyguların, toplumsal beklentilerin ve kimlik çatışmalarının dışavurumudur.
Aslında erteleme, içimizde sürekli ötelenen bir başlangıç gibidir. Her sabah kurulan ama çalmayan bir çalar saate binzer.
Bu sorunun yanıtı yalnızca zaman yönetiminde değil, yönünü yitirmiş bir pusulanın ibresindedir.
Modern zihin, acil ile önemli arasındaki farkı seçemediğinde dönüp durur. Erteleme çoğunlukla zaman kaybı değil, yön kaybıdır. Bu yönsüzlüğün kökenini anlamak için zihnin işleyişine bakmak gerekir.
Zihin bazen kendi içine kapanmış bir kale gibidir. Kapıyı açmak isteriz, ama nörobiyolojik kilitler izin vermez. Bunun temelinde beynimizin iki güçlü bölgesi arasındaki çekişme yatar:
• Prefrontal korteks plan yapar, hedefler koyar, sorumlulukları hatırlatır.
• Limbik sistem ise zevke ve konfora yönelir, anı tercih eder.
Bu ikisinin çatışmasında insan yola çıkar, ama ilk sapakta geri döner.
Piers Steel’in ‘Zamanlama Motivasyon Teorisi‘ bu çatışmanın matematiğini kurar. Bir göreve yönelme isteğimiz, işin anlamına, başarılı olacağımıza inancımıza, ödülün uzaklığına ve dürtüselliğimize bağlıdır. Bu görünmez hesap makinesi çoğu kez bizi ekrana, bildirimlere, atıştırmalara yönlendirir. Çünkü haz, beklemez.
Ama erteleme yalnızca zihinsel değil, duygusal bir kalkandır. Timothy Pychyl ve Fuschia Sirois’in........
© Diken
