Cihangir Cumhuriyeti'nde tantanasız bir poğaça yemek
Gördüğüm her detaya büyük bir hayranlıkla Beyoğlu’nda yürümeye devam ediyorum. Başka semtlerde yaşama gafletine düşmüşlere dizini dövdürtmeye yeminliyim. Fakat içtenlikle şunu söylemem gerek, bir anda aklıma gelen ve neredeyse tek oturuşta yazdığım geçen haftaki yazıdan sonra bütün hafta ikinci yazının ne olacağı heyecanıyla gezindim.
Ben bir başka bendim. Yürüyüşlerimin ritmi, bakışlarım, başımın dikliği değişti. Beyoğlu’ndaki her şey, dükkanlar, binalar, insanlar, restoranlar, barlar, lokumcular, turist eğlendiriciler, tramvay, tarihi bir apartmandaki bir dirsek, şu veya bu sokak benim bakışıma muhtaçmış, benim kalemimden yazılmak için öylece bekliyormuş gibi göründü. Hadi bakalım, gösterin kendinizi biraz, bir şeyler yapın, bu haftaki pazar yazıma bakalım hanginiz gireceksiniz, oynayın, biraz jonglörlük lütfen.
Tam bir güç zehirlenmesiydi. Mağaza camı yansımalarında yürüyüşümü, duruşumu pek beğendim. Sonra böyle hissetmek suç işlemek gibi geldi. Bu sırada günler ilerledi. Haftasonuna doğru gelirken bu her şeyin yazılabilirliğinin yükü sırtıma bindi. Heyecanım endişeye dönüverdi. Başımın dikliği bu sefer hüzünlendirici şekilde değişti ve mağaza camı yansımalarında yürüyüşümün kamburlaştığını gördüm. Demek ki dedim, tek atımlık bir kurşunum varmış.
Az daha bir hata yapıyordum. Şöyle, Galatasaray Lisesi’ni çevreleyen bir duvar var. Yüksekliği diyelim ki 10 metre. Bir cephesi Cezayir’e inen Yeni Çarşı Caddesi’nde, diğer cephesi Turnacıbaşı’nda. Bir yakınımın evine gidiyorum sık sık, salon penceresi Yeni Çarşı’daki duvarı görüyor. Evinin salonundan bu duvara baktım, baktım, kuş yuvaları var, yeşillenmeler var, baktım, baktım ve ikinci yazıda işte böyle kimsenin görmeyeceği bir değeri gören, ‘Perfect Days’ dinginliğinde, herkesin yanından geçip ıskaladığı ama bilmem kaç yıldır orada duran bir duvarı anlatayım dedim. Neyse ki kısa süre sonra bunu fazla niyetli ve zorlama bulup vazgeçtim.
Demek istiyorum ki, çok tantana ettim. Boş gürültü çevirdim. Altı üstü bir Beyoğlu yazısı. Neyse ki evet, sorun çözüldü, hafta içi bir sabah Tarihi Cihangir Simit Fırını’nda kahvaltı yaparken bu yazının girişini buldum. Poğaça kemiriyordum. Birden, poğaça yerken olmayacak bir şey oldu, içime tarifi zor bir mutluluk çöktü. ‘İnsanın dışarıda tantanasız bir kahvaltı yapabilmesi ne de zor’ diye düşündüm. Ben yapabiliyorum. Ne kadar şanslıyım, ne kadar güzel hayat. Basit, günün bu vaktinde olması gerektiği gibi. Garip reçeller yok. Küçük küçük milyon tabak, ıvır zır, ölü doğmuş bir omlet, orada olduğu için mutsuz bir Nutella yok. Muhteşem Süleyman kostümü giymiş de fotoğraf çektiriyormuş gibi hissetmek, sevinelim diye sınırsız çay, bir hercümerç, yok.
Bir simit, bir karper ve bir de çay, teşekkürler. Tarihi Cihangir Simit Fırını’nı Beyoğlu Cihangir’e yolu düşenlere şiddetle öneririm. 24 saat açık. Gözlemlediğim kadarıyla buraya yakın oturanların vücutlarının nereden........
© Diken
