Mareşal Henri Philippe Pétain ve Fârâbî
Şimdi yazımın başlığına bakıp diyeceksiniz ki Fransızların I. ve II. Dünya Savaşındaki mareşali Henri Philippe Pétain ile 9. yüzyılda yaşamış olan Türk Filozof Fârâbî‘nin ne ilgisi bulunuyor? İlgisi olmaz olur mu? Çünkü Farabî, “El Medinetü’l-Fâzıla’’ (Faziletli, Üstün Şehir) (Litera Yay. 2018) adlı kitabında tam tamına Fransız Mareşal Henri Philippe Pétain’i anlatıyor.
Bu ikili arasındaki bağlantıyı anlatabilmem için önce Mareşal Henri Philippe Pétain’i anlatmam gerekiyor. Ancak Mareşal Henri Philippe Pétain’i anlatabilmem için de bir hikaye anlatmam gerekiyor.
‘’İyi’’ ve ‘’Kötü’’nün Yüzü
Hepimizin bildiği ”Simyacı”nın da yazarı olan Brezilyalı romancı ve söz yazarı Paulo Coelho’nun pek de bilinmeyen güzel bir kitabı var: ‘’Şeytan ve Genç Kadın’’ (Can Yayınları, 2015) Bu kitap Paulo Coelho’nun ‘’Ve Yedinci Gün’’ adlı üçlemesinin son kitabı oluyor. Üçlemenin ilk iki kitabı; ‘’Piedra Irmağının Kıyısında Oturdum Ağladım’’ (Can Yayınları, 2016) ve ‘’Veronika Ölmek İstiyor.’’ (Can Yayınları, 2017)
İşte bu kitapta bir hikâye geçiyor. Kitaptaki şekliyle aktarıyorum:
Öte yandan Yabancı, kültürlü olmasının, çevresinde toplanmış insanların çalışmasından çok daha değerli olduğunu onlara kanıtlamak istiyordu. Parmağıyla duvarda asılı bir tabloyu işaret etti. “Bunun ne olduğunu biliyor musunuz? Dünyadaki en ünlü tablolardan biridir: Leonardo da Vinci’nin yaptığı bu tablo, İsa ile on iki havarisini son yemekte gösteriyor.” “Ünlü bir tablo olması beni şaşırttı,” dedi otelin sahibesi, “çünkü ben onu çok ucuza aldım.” Bu yalnızca bir röprodüksiyon. Aslı buranın epey uzağındaki bir kilisede duruyor. Ama bu tablonun bir hikâyesi var, bilmem öğrenmek ister misiniz?”
Bardaki müşteriler başlarını salladılar. Ve adam başladı anlatmaya:
‘’Bu tabloyu (Son Akşam Yemeği) yapmayı düşündüğünde Leonardo da Vinci büyük bir güçlükle karşılaştı. İyi’yi İsa’nın bedeninde, Kötü’yü de İsa’nın arkadaşı olan ve son akşam yemeğinde ona ihanet etmeye karar veren Yahuda’nın bedeninde tasvir etmek zorundaydı.
Resmi yarım bırakarak bu iki kişiye model olarak kullanabileceği birilerini aramaya başladı. Bir gün bir koronun verdiği konser sırasında korodakilerden birinin İsa tasvirine çok uyduğunu fark etti… Onu poz vermesi için atölyesine davet etti, sayısız taslak ve eskiz çizdi.
Aradan üç yıl geçti. ‘Son Akşam Yemeği’ neredeyse tamamlanmıştı, ancak Leonardo da Vinci henüz Yahuda için kullanacağı modeli bulamamıştı. Leonardo’nun çalıştığı kilisenin kardinali, resmi bir an önce bitirmesi için ressamı sıkıştırmaya başladı.
Günlerce aradıktan sonra Leonardo vaktinden önce yaşlanmış genç bir adam buldu. Paçavralar içindeki bu adam sarhoşluktan kendinden geçmiş bir durumda kaldırım kenarına yığılmıştı. Leonardo yardımcılarına adamı güçlükle de olsa kiliseye taşımalarını söyledi çünkü artık taslak çizecek zamanı kalmamıştı.
Kiliseye varınca yardımcılar adamı ayağa diktiler. Zavallı, başına gelenleri anlamamıştı. Leonardo adamın yüzünde görülen inançsızlığı, günahı, bencilliği resme geçiriyordu. Leonardo işini bitirdiğinde, o zamana kadar sarhoşluğun etkisinden kurtulmuş olan berduş gözlerini açtı ve bu harika duvar resmini gördü. Şaşkınlık ve hüzün dolu bir sesle söyle dedi: ‘Ben bu resmi daha önce gördüm’. ‘Ne zaman’ diye sordu’ Leonardo da Vinci, o da şaşırmıştı. ‘Üç yıl önce. Elimde avucumda olanı kaybetmeden önce. O sıralarda bir koroda şarkı söylüyordum, pek çok hayalim vardı, bir ressam beni İsa’nın yüzü için modellik yapmak üzere davet etmişti’…”
‘’İyi’’ ve ‘’Kötü’’nün yüzü aynıdır. Her şey insanın yoluna ne zaman çıktıklarına bağlıdır.
İşte Fransız Mareşal Henri Philippe Pétain, Paulo Coelho’nun ‘’Şeytan ve Genç Kadın’’ adlı kitabında geçen koroda şarkı söyleyen adamın anlattığım kaderini birebir yaşıyor.
Şimdi Fransız Mareşal Henri Philippe Pétain’i anlatabilirim.
Mareşal Henri Philippe Pétain
Bu adam hem bir mareşal, bir milli kahraman hem de bir vatan haini hem de bir işbirlikçi hem de bir kukla oluyor.
İşte bu şahsiyet; Birinci Dünya Savaşı sırasında Verdun Muharebesi’nde kazandığı zaferle bir “milli kahraman” durumuna gelen, ancak İkinci Dünya Savaşı’nda işgalci Almanlarla, Nazilerle iş birliği yapan, yurtseverleri Nazilere satan, Vichy Hükümeti’nin başkanlığını yapan, köylü kökenli, kaba saba, kültürsüz, görgüsüz, asabi yapıdaki Fransız mareşali Henri Philippe Pétain oluyor.
Burada bir açıklama yapmam gerekiyor: ‘’köylü kökenli’’ tabiri aristokrat ve medenî Fransa’da çok farklı anlam taşıyor: Bu tabir Fransa’da; kaba saba, kültürsüz, görgüsüz, derinliksiz, yüzeysel, içi boş, patavatsız, kof, afra tafra yapan, celalî, lümpen, hodbin, rüküş ve sevgisiz anlamında kullanılıyor.
Hatta Hatta Friedrich Engels; Fransa’da ve Almanya’da köylü sorununu dile getirirken, köylüyü; “kovulmuş” ya da iktisadi bakımdan arka plana atılmış olduğunu iddia ediyor. Engels’e göre köylü kendini sadece tarla yaşamının yalnızlığına dayanan iç sönüklüğü ile gösteriyor. Engels, bu iç sönüklüğünün de sadece Paris ve Roma parlamenter bozulmuşluğunun değil, ama Rus despotluğunun da en güçlü dayanağını oluşturduğunu iddia ediyor. Engels’e göre 1848 Şubat devriminin bulanık sosyalist özlemleri, Fransız köylülerinin gerici oy pusulaları sayesinde hızla silinip süpürülüyor. Dinginliğe sahip olmak isteyen köylü, anılarının hazinesinden köylülerin imparatoru Napoléon efsanesini çıkarıyor ve ikinci İmparatorluğu kuruyor. Köylülerin bu marifeti Fransız halkına pahalıya mal oluyor ve Fransız halkı bugün bile bunun sonuçlarının acısını çekiyor.
Neyse, konuyu dağıtmadan esas konumuza dönmemiz gerekiyor.
Henri Philippe Pétain, 1856 yılında Fransa’nın bir köyünde doğuyor. Saint-Cyr Askerî Akademisi’nde (The École spéciale militaire de Saint-Cyr) öğrenim görüyor. Bir süre Askerî Akademide ders veriyor. Bu görevi sırasında ordunun üst kademelerince savunulan taktik kuramlarına karşı çıktığı için oldukça yavaş terfi ediyor ve tuğgeneralliğe ancak 1914 yılında 58 yaşındayken terfi ediyor.
Birinci Dünya Savaşında 1916’da Verdun kentine yönelik Alman........
© dibace.net
