menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kirli Ayakkabılar

7 0
26.11.2025

Küçüklüğümden beri garip bir ritüelim vardır. Dışarıdan eve geldiğimde, ayakkabılarımı dolaba koymadan önce mutlaka tabanlarına bakarım. Ne kadar kirlenmiş, tırtıkların arasına ne girmiş, genel olarak nasıl bir iz bırakmış o gün yaşadıklarım, bunları incelerim. Çocukken her akşam farklı bir hikâye anlatırdı ayakkabılarımın tabanları: bazen çamur, bazen ezilmiş bir meyve, bazen bir sakız, bazen tanımadığım bir maddenin yapışkan izi. Şimdi ise aynı ritüeli sürdürüyorum ama artık görecek pek bir şey olmuyor. Evden çıkıyorum, otoparka gidiyorum, arabama biniyorum. İşe geliyorum, arabayı otoparka bırakıp asansörle ofise çıkıyorum. Akşam aynı rotayı ters yönde tekrarlıyorum. Ayakkabılarımın altında sadece hafif, anonim bir kirlenme var; her gün aynı, her gün belirsiz.

Bu bir yere kadar normal tabii. Ben sokaklarda büyüyen bir çocuktum. Ayakkabılarım o gün yaptıklarımı gösterirdi; bir çeşit günlüktü, her akşam “okurdum” onları. O koyu kahverengi çamur toprakta oynadığımın işaretiydi; ezilmiş meyve bir bahçede, bir ağacın altında vakit geçirdiğimin kanıtıydı; nerede sakıza bastığımı bile hatırlardım bazen. Şimdi ise ayakkabılarıma baktığımda hiçbir şey görmüyorum; daha doğrusu, her gün aynı şeyi görüyorum: belirsiz, anonim, hikâyesiz bir kirlenme. Hangi günün kiriymiş bu, ayırt edilemez.

Ama beni asıl huzursuz eden, oğullarımın ayakkabıları. Onların ayakkabıları da neredeyse her zaman tertemiz. Bazen eve geldiğimde, biraz gizlice kontrol ediyorum, sanki bir şeyin kanıtını arıyormuşum gibi. Ve nadiren, çok nadiren, biraz çamur ya da ayakkabının kenarında bir çimen yeşili gördüğümde tuhaf bir sevinç duyuyorum. “Bugün gerçekten dışarıdaydılar” diyorum kendi kendime. Ama çoğu zaman ayakkabıları benimkiler gibi temiz, steril, hikâyesiz. Ve bu beni üzüyor. Bir suçluluk geliyor: ben mi yanlış yapıyorum, onları yeterince “dışarıda” bırakmıyor muyum? Yoksa bu sadece çağın hali mi ve ben geçmişte kalan çocukluğumu onların üzerinden mi arıyorum?

Ayakkabı Tabanları Ne Söyler?

Heidegger, “dünyada-olma” (In-der-Welt-sein) kavramıyla insanın dünyayla temasının varoluşsal önemini vurgular. Biz sadece dünyada değiliz, dünyayla birlikte oluşuyoruz ve biz sürekli dünyayla karşılıklı bir ilişki içindeyiz. Bu ilişkinin en somut izlerinden biri, ayakkabılarımızın tabanlarındaki kirlerdir. Çocukluk ayakkabılarım, otantik bir “dünyada-varolma”nın kanıtlarıydı. Her leke, her çamur parçası, dünyanın maddeselliğiyle gerçek bir temasın işaretiydi.

Çocukluğumda mahalledeki sokaklar, boş arsalar, bahçeler, bayırlar, kırlar, çimenlikler, inşaat alanları, parklar, dereler farklı birer yaşama ve deneyimlenme alanıydı ve her birinin ayakkabılarımda bıraktığı iz farklıydı. Bugünün çocuklarının mekanları ise giderek birbirine benziyor, bir tür “homotopya”ya dönüşüyor: ev, araba, okul, araba, kurs, araba, alışveriş merkezi, araba, ev. Her mekân klimayla kontrol edilmiş, temiz, güvenli ve birbirinin aynı.

Walter Benjamin, teknik çoğaltılabilirlik çağında sanat eserinin “aura”sının, o biricik, tekrarlanamaz, “şimdi ve burada”lığının kaybolduğundan söz eder. Benzer bir şey çocuklukta da yaşanıyor sanki. Çocukluğun aurası kayboluyor: o benzersiz, spontane, planlanmamış deneyimlerin yerini, güvenli, kontrol edilebilir ve dolayısıyla tekrarlanabilir deneyimler alıyor. Kirlenmeyen ayakkabılar, aurası kaybolmuş bir çocukluğun sembolü.

Yeterince Kirli........

© dibace.net