menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Uzunhasanoğlu: “Benim İçin Yazmak, Görünmeyeni Görünür Kılmak Demektir.”

16 1
28.08.2025

“Bir Aşkın On Günü” adlı romanınız geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Hayırlı olsun, okuru bol olsun. Önceki romanlarınız “Evvel Bahar” ve “Uzak Bir Masal”da da aşkı yazdınız. Romanların odağında aşk var. “Bir Aşkın On Günü”nde adından belli olduğu gibi bir aşk romanı. Acısıyla, ayrılığıyla, sevinciyle, vuslatıyla, derdiyle, mutluluğuyla bir aşk romanı. Neden romanlarınız aşkı konu ediniyor? Günümüzde ilişkiler çok gelip geçici, duygudan yoksun. Mekanik bir sürece benziyor sevgiler, aşklar… Sizin romanlarınızda aşkı anlatmanızın bugünün mekanik dünyasındaki insanlara duyguları, insanı hatırlatmak gibi bir gayesi var mı?

Son üç romanım kafamda yarattığım muhayyel bir üçlemedir aslında. Modern zaman ilişkilerine, şefkatsiz, kopuk, bağ kuramayan insanlara değinmek istedim. Evvel Bahar’da iki kadının dostluğu üzerinden günümüz arkadaşlık ilişkilerine baktım. Uzak Bir Masal’da narsist bir erkek üzerinden zehirli bir ilişki yazdım ve kadının sesini bulmasını sağladım. Bir Aşkın On Günü’nde ise bu kez birbirini kolay terk etmeyen, aşk için mücadele eden iki kişinin aşkını anlatmak istedim. Benim için edebiyatın en sahici kaynağı insana dair duygulardır. Ve aşk, bütün duyguların en çıplak, en dönüştürücü olanıdır. Çünkü aşkın içinde yalnızca mutluluk yoktur; ayrılık, acı, kayıp, hafıza, umut ve aile travmaları vardır.

Aşk yazdığınızda aslında yalnızlığı, toplumsal baskıları, sınıfsal ayrımları, kimlik mücadelelerini de yazmış oluyorsunuz. Bugün ilişkiler hız çağının parçası olarak çok çabuk yaşanıyor, çok çabuk tüketiliyor. Mekanikleşiyor, yüzeyselleşiyor. Ben romanlarımda bu hızın karşısına sabrı, derinliği, hatırlamayı koyuyorum. Aylin’in hastane kapısındaki bekleyişi, aslında bir kadının aşk kadar sabırla, inatla, cesaretle kendini var etme çabasıdır. Bu çabayı yazmak benim için aynı zamanda insana ‘duyguların hâlâ var’ dediğim bir hatırlatma.

“Bir Aşkın On Günü” içinde psikolojik, polisiye roman unsurları da barındırıyor. Romana iyi çalışılmış. Nasıl hazırlandınız bu romana?

Bir Aşkın On Günü aslında tek bir türün sınırlarına sığacak bir roman değil. İlk bakışta bir aşk romanı ama aynı zamanda psikolojik bir derinliği, polisiye tadında sırları, gölgeleri, karanlıkları, toplumsal ve politik göndermeleri de var. Özellikle de aileden gelen travmaları işliyorum burada. Aidiyet meselesini, kimliğinden kaçmayı ve kendine yeni bir kimlik inşa etmeyi. Hayatın kendisi de böyle, aşk hiçbir zaman tek başına gelmiyor, yanında geçmişin gölgelerini, aile yüklerini, toplumsal baskıları da getiriyor.

Yoğun bakım süreçlerini, siyaset dünyasının işleyişini, bir gazetecinin gündelik mücadelelerini araştırdım. Psikolojik boyutu güçlendirmek için kadınların travmatik deneyimlerine dair pek çok metin okudum. Aylin’in hikâyesi ancak böyle çok boyutlu olabilirdi.

Romanlarınızda ana karakter kadınlar. Kadınları yazmanızın ya da onları odağa almanızın nedenleri nelerdir? Ataerkil bir toplumda bütün olumsuzluklara rağmen ayakta durmayı başaran kadın kahramanlarınız var. Nedir bunların sebepleri? Neler söylersiniz?

Benim için yazmak, görünmeyeni görünür kılmak demek. Kadınlar bu toplumda çoğu zaman ya susturuluyor ya da erkeklerin sesiyle anlatılıyor. Oysa onların kendi sözleri, kendi hafızaları, kendi acıları var. Romanlarımda kadınları merkeze almamın nedeni, hem bu sesi geri vermek hem de kadınların direnme biçimlerini göstermek. Çünkü kadınlar sadece mağdur değil; aynı zamanda hayatta kalma gücünü, yeniden başlama cesaretini, kendi sesini yaratma kararlılığını da taşıyorlar.

Aylin de böyle........

© dibace.net