Göka: “Yaşadığımız Dünyanın Belirleyici Özelliği, Sunilik…”
Geçtiğimiz günlerde “Umuda İmkan Aramak” adlı kitabınız yayımlandı. Hayırlı olsun, okuru bol olsun. Hocam kitabınızı yayımlama nedenleriniz nelerdi? Hangi saikler bu kitabı yazmanıza; ya da sizin de belirttiğiniz gibi daha önce yazdığınız yazıları bir araya getirip kitaplaştırmanıza sebep oldu? Bahseder misiniz “Umuda İmkan Aramak”tan?
Çok teşekkür ederim. Teknolojinin sağladığı kolaylıklar nedeniyle bilgiye ulaşmanın ve yazmanın kolay olduğu bir devirde yaşıyoruz. Ben galiba mesleki hayatım ve hocalığım dışında, hayat stilini okumaya (buna dünyayı ve olayları okuma da dâhil) ve yazmaya göre ayarlayanlardanım. Nasıl 40 yılı aşkın bir süredir mesaiye gelip hekimlik işimi yapıyor, insanları sergiledikleri semptomlarının arkasındaki hikâyelerin dinamiklerini okumaya ve talebelere onları anlatmaya çalışıyorsam zihnim de dünyada olup bitenleri okumaya ve yazarak anlatmaya ayarlı… Başka düşünce insanlarını okumam, onların teorik çerçevelerini, bakış açılarını öğrenmeye çalışmam da bu amaca hizmet ediyor…
Aslında epey bir zamandır “Benlik Bilinç İrade” adında teorik bir kitap için uğraşıyorum. Okuyup arşivlemelerim, aldığım notlar ve arada kavramsal bir çatı oluşturma çabalarım bu kitap çalışmasına odaklı ama bir yandan da hayat devam ediyor. Gazze’deki soykırım, dünyanın buna genellikle sessiz kalması ve insan hakları, hukuk gibi kavramların anlamını yitirmesi, yeni bir dünyanın nasıl bir yer olacağına, hatta olup olmayacağına dair belirsizliklerin ortaya çıkması, teknolojinin adeta savaşları belirlemesi ve savaşları değiştirmesi, internet- sosyal medya- yapay zekâ uygulamalarının yani teknolojik aklın hayatlarımız üzerinde artan hâkimiyeti… Aydın olarak müdahil olmamız, anlamamız ve anlatmaya çalışmamız gereken fevkalade gelişmeler oluyor. Bir süreden beri bu tür hayata ilişkin teorik müdahale diyebileceğimiz girişimleri, fikir turu sitesi aracılığıyla yapmaya çalışıyorum. Sözünü ettiğim bu gelişmeleri, böyle devasa bir değişim geçiren bir dünyada bizi bekleyen tehlikeleri, çareleri ve çözüm yollarını tartışmaya, umuda imkân aramaya çalışıyorum. Son kitabım bu yazılara bir çekidüzen verilerek, belirli bir bağlama göre yeniden düzenleyerek oluştu. Daha önce benzeri bir girişimi insanlığın geleceği için büyük tehlike olarak gördüğüm ailenin aldığı yaralar konusunda yapmış, ilgilimi yazılarımı “Aile ve Aşk Üzerine” kitabımda bir araya getirmiştim.
Bugün yaşadığımız dünyada imkânların çoğaldığından, insanın daha güvende olduğundan, her şeyi daha çok bildiğinden, çevresine daha kolay müdahale ettiğinden, yaşamın daha rahat olduğundan bahsediliyor. Sizin “artık yaşadığımız dünyayı sadece tuhaf değil fakat aynı zamanda giderek, insanlar, tabiat ve canlı türleri açısından daha tehlikeli olan bir yer olarak görüyordum.” diye bir tespitiniz var. Sizi böyle düşünmeye iten sebepler neler? Neler söylersiniz?
Ahh dostum içi beni dışı seni yakar; dünya böylesine adeta kıyamet öncesine doğru sürüklenirken, insan neredeyse insan olmaktan çıkarken, insanın-toplumun-sanatı-ailenin bittiği söylenirken bir de böyle “her şey ne güzel oluyor!” diye süslemezler mi!…. Evet, teknolojinin sağladığı kolaylıklar var, isteyenin bilgiye ve insanlara ulaşması, insanların dünyadaki farklı coğrafyalara en kısa sürede gitmesi fevkalade hızlı, sağlıkta ve biyoteknolojideki gelişmeler fevkalade önemli… Bunları alkışlıyor ve şapka çıkarıyoruz ama tüm bunlar olurken çevresel ve ekolojik yıkımı, savaşlardaki inanılmaz kayıpları, gelir dağılımındaki adaletsizliklerin devasa boyutlara varmasını, insan merhamet ve vicdanının, erdemlerin ve değerlerin tamiri çok zor yaralar almasını, new age inançların sadece kadim dinleri değil topyekûn maneviyatı yok ettiğini, insan ve canlı ontolojisinin ortadan kalkmak üzere olduğunu, kıyamete doğru sürüklendiğimiz gerçeğini de göz ardı edemeyiz. Teknoloji ve mühendis aklı, insanlığı esir almış vaziyette, kimse insanlara bunları istiyor musunuz diye sormadan hayatlarımızı değiştiriyorlar, genetiğimizle, geleceğimizle oynuyorlar. Dünyanın daha önce bu kadar güvensiz, tekinsiz bir yer olduğunu sanmıyorum. Sırf ömürlerimiz uzuyor, daha çok insana ulaşıyor ve daha çok yer görüyoruz diye bu saçmalıklara katlanacak değiliz. Bu dünyaya, felsefi ve teolojik, pratik-kalbi aklın müdahalesi olmazsa çok geç kalacağız, uzun menzilli füzeler bumerang gibi gelip bizi vuracak…
Filozoflar, düşünürler, ilim adamları yaşadıkları dönemlerdeki dünyanın sosyo/ekonomik, siyasal, kültürel, toplumsal durumunu anlayabilmek ve anlatabilmek için yoğun çaba sarfetmişler. Olan biteni çeşitli kavramlarla ifadelendirmişler. Feodalizm, Kapitalizm, Sanayi Devrimi, Modernite, Modernlik, Psikanalizm, Modern Toplum, Geleneksel Toplum, Postmodernizm, Posthumanizm gibi kavramlar. Aynı zamanda dünyamızın büyüsünün bozulduğundan, katı olan her şeyin buharlaştığı gibi ideolojik katılıkların, sistemlerin de buharlaştığından bahsedildi uzun zaman. Daha bunlar gibi birçok kavramsallaştırmanın bugünü anlamakta yetersiz kaldığını görüyoruz. Daha önceki kavramlar ve yorumlar bugün dünyayı tanımak için neden yetersiz kalıyor? Siz bugünkü dünyayı tanımlarken “Teknomedyatik Dünya” kavramını kullanıyorsunuz. Bu kavramı açıklar mısınız?
Muaz Bey çok fazla ince eleyip sık dokumaya gerek yok, tarihte en önem verdiğiniz insanları gözünüzün önüne getirin ve hangilerinin cep telefonu, bilgisayar, internet ve yapay zekâdan haberdar olduğunu not edin. Bu saydığım teknolojik aygıtlar sadece dünyayı değil, insana dair ne varsa, ideolojiler ve siyasi görüşler de dâhil olmak üzere ıskartaya çıkardılar, işe yaramaz hale getirdiler. Eski kavramlar ve bakışlar artık bu dünyayı anlamamıza yetmiyor. O yüzden bu gelişmelerden memnun olanlar, akademide bu tabloyu “posthuman” yani “insan sonrası çağ” diye adlandırıyorlar.
Enformasyon teknolojilerinin tıptan mimariye, şehircilikten arşivciliğe, üretim süreçlerinden satış ve pazarlamaya, silah sanayinden otomotive, kütüphanecilikten istihbarata nasıl dev değişikliklere yol açtığını biliyoruz. Onları bir kenara bırakıp sadece gündelik hayatımızda olanlara baksak bile, şaşkınlıktan küçük dilimizi yutacağımız bir panorama var ortada. Her geçen gün biraz daha dijital ortam olmadan elimizin kolumuzun bağlanacağı, akıllı telefonumuzun yeni bir uzvumuz haline geldiği bir ağ oluşuyor. Birçok işi internet sayesinde kolayca hallediyor, hızın büyüsüne kapılıp “vay be!” diye hayranlığımızı belirtiyoruz. İnternet; alışveriş, bankacılık, hastane randevusu ve yolculuk işlemleri gibi konularda giderek ilk seçenek haline geliyor. Medya; gazete, dergi ve kitap okuma, televizyon izleme, sohbet etme, oyun oynama, eğlenme hatta ödev yapma, ders dinleme, sınav sonucu öğrenme, haberleşme alanlarında çoktan olmazsa olmaz durumda.
Teknoloji, özellikle kitle iletişim teknolojileri ve oluşturdukları ortam, ev-içi yaşantımızdan zihniyet yapımıza kadar her şeyi kuşatıp belirliyor. Tavır almak, bir tuhaflık olduğunu söylemek, yadırgamak elbette mümkün ama kaçıp kurtulmak imkânsız…
Yaşadığımız dünyanın belirleyici özelliği, sunilik… “Suni” derken insanın bir hüner ve maharetle, tabiatı değiştirerek sergilediği kültür ve sanat eserlerini kastetmiyorum elbette. Bir gül resmiyle hakiki gül arasındaki bağlantı hep var ama gülü aynen taklit eden bir naylon gül tamamen suni… Lakin “sahte”, “taklit” gibi kelimeler de teknolojik suniliğin ırasını, özünü anlatmak için yetmiyor. Sunilikten, taklitten ziyade, şeylerin ve ilişkilerin yaratılışla, sahicilikle, hasbilikle bağlarının tamamen kopmasını, benzer ama tamamen başka bir şey ortaya çıkmasını anlıyoruz. Suni olan, gerçek olmasına gerçek ama hakiki değil. Modern teknoloji, doğrudan doğruya şeylere ve ilişkilere yaratılıştan olmayan nitelikler katıyor, onlara yapıca farklı bir muhteva veriyor. Hakikat, gerçekten kopuyor ve sunilik, kendisine özerk bir alan açıyor; gerçekler içinde bir gerçek olarak dünyaya, hayatlarımıza yerleşiyor…
“Teknomedyatik dünya”nın sunilik özelliği, medya için de geçerli. Sanallık, suniliğin çok ileri bir şekli… Sanal iletişim giderek temel iletişim haline geliyor. Sanıyorum saf yüz yüze iletişimin ne demek olduğunu bilen son nesiliz.
Sanal iletişim, yüz yüze iletişimden çok farklı. Sanal iletişim sırasında elbette bilincimiz yerinde, aklımız başımızda ama yüz yüze iletişimde olduğu gibi direksiyon bilincimizde değil, psikolojimizin ilkel ve çocuksu derin katmanlarında. En nihayetinde karşımızda kanlı canlı bir insan değil de makine olduğunu gördüğümüzden, içimizdeki çocuk nasılsa kimsenin bizi görmeyeceğini fısıldayıp durduğundan olsa gerek, psikolojimizin ilkel yanları hemen devreye giriveriyor. İnternetteki sanal ortamda süzgeçten geçmemiş, hemen doyurulmak isteyen ham arzu ve dürtülerimiz, hayallerimiz ve fantezilerimiz çok etkinler. Zaten rüyaya benzeyen, kaba fizik kuralların ortadan kalktığı bu ortamda, rüyada gibi yaşamanın, hayallerimizi gerçekleştirmenin yollarını ararken buluyoruz kendimizi. Bizi bunaltan gündelik hayatın sıkıntılarından, rutinin boğuculuğundan kendimizi sanal âlemin fantastik kollarına atarak kurtulmak istiyoruz.
Sanallık sayesinde, benliğimizin arzularımızı denetleme işlevi kolayca devre-dışı bırakılabiliyor, psikolojimizin farkına varmadığımız derin katmaları işin içine katılıyor. Psikolojimizin derin katmanları, arzularımızın, dürtülerimizin, duygularımızın en ham, en işlenmemiş, denetim süzgecinden geçmemiş yanlarımızı barındırıyor. O yüzden normal zamanda yapmayacağımız saçmalıklara daha teşne oluyoruz. Adeta çocuklaşıyoruz.
Tıpkı rüyalarımızda, hayallerimizde olduğu gibi siber-alanda da fiziksel kurallar kalkıyor. Fiziksel mekânı hiçe sayarak çok uzaklardaki insanlarla iletişim kurmamız mümkün hale geliyor. Aynı anda hem orada, hem burada olabiliyor, yüzlerce kişiyle etkileşime geçebiliyoruz. Kendimizi dilediğimiz biçimde sunabiliyor, gerçekle hiç alakası olmayan biçimde gösterebiliyoruz. Dilersek cinsiyetimizi bile değişik göstermemiz mümkün, hatta hem erkek hem kadın, bazılarına erkek bazılarına kadınmış gibi davranmamız imkân dâhilinde. Sanal âlemde, her türlü kimlik atraksiyonu serbest… Rüyalarımızda bile kendimizi tam istediğimiz gibi inşa edemeyiz, zira rüyalarımız bizim olmasına rağmen, neyi, nereye yerleştireceğimize, imgelerin nasıl dağılım ve akış göstereceğine karar veren biz değiliz ama sanal âlemde sadece istememiz yeterli, tam böyle değil, orada tamamen bu sistemi işletenlerin ellerine düşmüş durumdayız ama bize böyle hissettiriyorlar…
Medya, medium’un çoğulu. Medium, insanın başka insanlara olayları, duygularını ve düşüncelerini ilettiği vasat… Her medeniyetin, hatta kültürün bir medyası var. Modern olmayan zamanlarda da insanlar, bir medyaya sahiptiler ama onların medyası, insanlar arası bağlamla, hayat bilgisiyle yakından alakalıydı, nispeten dolaysız bir iletişime dayanıyordu. Suni değildi.. Modern medya, insanlar arası iletişime doğrudan teknolojik bir müdahale yoluyla var oldu ve tabiatı gereği teknolojik müdahalenin dolayımını (mediation) yani suniliği barındırıyor. İnsani bağlamlardan kopmakla kalmadı, tüm sunilikler gibi özerkleşti de… Modern medyanın her türü, telgraf, telefon, gazete, dergi, kitap, fotoğraf, film, televizyon, bilgisayar vs. dolaysız iletişimi değiştiriyor. O denli değiştiriyor ki, insanlar artık gerçek iletişimi modern medyatik iletişim sanıyorlar ve zaten insan algılamalarının aldığı yeni biçimle, başka türlüsü de mümkün değil. Yalnızca medyatik iletişimi gerçek iletişim, medyatik bilgiyi gerçek bilgi sanmakla kalsak iyi. Medya, ilişki biçimlerimizi, zihniyet dünyamızı, hakikat tasavvurlarımızı da biçimlendiriyor.
Tarımsal teknoloji, derdimizi daha kolay anlatmamıza vesile olabilir. “Dünyanın eski tadı yok sözü” önceleri ruh halimizi anlatan bir sözdü. Şimdi tamamen gerçek oldu. Evet, genetiği değişmiş ürünler yüzünden yediklerimizin tadı değişiyor. Aynı şekilde “teknomedyatik dünya”nın suniliği de, duyularımızı, algılarımızı, kendi prizmasından geçirerek yeniden biçimliyor. Nasıl gübrelenmiş, hormonlanmış bir meyvenin hakiki usaresi, bir müdahalenin sonucunda, bir değişikliğe uğramışsa, “teknomedyatik dünya”nın suniliği de, algı sistemlerimizin işleyişini değiştiriyor. Yaşadığımız hunhar yenidünyada oluşan bu suni kültür de bizim ikinci tabiatımızı oluşturuyor; iç-dünyamızı, zihinlerimizi formatlıyor. Artık........
© dibace.net
