Milli Marşımız Üzerine-II
Azerbaycan Cumhuriyeti, 20. yüzyılda ikinci kez bağımsızlığını ilan etti.
30 Ağustos 1991’de Yüksek Sovyet’in olağanüstü oturumunda yapılan yoğun tartışmalardan sonra “Azerbaycan Cumhuriyeti’nin devlet bağımsızlığının yeniden tesis edilmesi hakkında” Bildiri kabul edildi. Bildiride, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin 1918–1920 yılları arasında hüküm süren Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin halefi olduğu belirtilmişti.
Yüksek Sovyet’in “Azerbaycan Cumhuriyeti’nin devlet bağımsızlığının yeniden tesis edilmesi hakkında” Bildirisi, kısa sürede gerçekleşecek tarihî bir olayın — bağımsızlığımızın — kanıtıydı. Artık kimsenin Azerbaycan’ın bağımsızlığına kavuşacağına dair bir şüphesi kalmamıştı. Bağımsızlık Bildirisi’nde Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin devamı olduğu yönündeki madde, çoğunlukta, devletin sembollerinin kabulünde de bu sürekliliğe riayet edileceği yönünde bir güven oluşturmuştu.
Artık üç renkli bayrağımız her yerde gururla dalgalanıyordu. Ancak Yüksek Sovyet’in komisyonu, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin (ADR) devlet marşının onaylandığına dair herhangi bir belgenin bulunmaması nedeniyle “Azerbaycan Marşı” hakkında oybirliğine varamıyordu. Bu yüzden Azerbaycan Sovyet marşı için en uygun metnin seçilmesi yönündeki tartışmalar devam ediyordu. Neredeyse her hafta, bazen haftada iki ya da üç kez komisyon üyeleri toplanarak bestecilerle, şairlerle, hatta ressamlarla görüşmeler yapıyordu.
Çünkü Azerbaycan Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti Başkanlık Kurulu, “Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Devlet Marşının en iyi metni ve Devlet Armasının en iyi taslağı” için bir komisyon kurmuştu. Komisyonun başkanı Fazıl Muradaliyev, Üzeyir Hacıbeyli’nin “Azerbaycan Marşı”nın devlet marşı olarak kabul edilmesinden yanaydı. Bu düşüncesini hem komisyon toplantılarında hem de özel görüşmelerde defalarca dile getirmişti. Ancak komisyon, esasen Azerbaycan Sovyet Marşı’na en uygun metni seçmek amacıyla kurulduğundan, birçok prosedür engeli ortaya çıkmıştı. Fazıl Muradaliyev, komisyonun işleyişinde değişiklik yapılması için defalarca Yüksek Sovyet yönetimine başvurmuş, ancak bu girişimlerden hiçbir sonuç alınamamıştı.
30 Ağustos 1991 tarihli Yüksek Sovyet Bildirisi’nden sonra ülkede siyasi ve toplumsal durum son derece gergindi. Ülkenin kaderini düşünen herkes kuzeyden gelen baskıların giderek artmakta olduğunu çok iyi biliyordu. Her an provokasyonlar yaşanabilirdi. Karabağ’da sinsi planlar devreye sokuluyor, Azerbaycan’ın bağımsızlığa giden yoluna engel koymak için yoğun çabalar gösteriliyordu. Kuzey komşumuz, Bakü’de ve bölgelerde kendi taraftarlarını harekete geçirmek için adımlar atıyordu.
İktidarda bulunanların çoğu, mevki ve görevlerini kaybetmemek adına bağımsızlığın kazanılmasına ciddi biçimde direniyordu. Siyasi gerginliği, tamamen çökmüş olan ekonomik durum daha da artırıyordu. Ekonomik ilişkiler bütünüyle dağılmış, yok olmuştu. Fabrikalar, sanayi tesisleri, büyük işletmeler faaliyetlerini durdurmak zorunda kalmıştı. İnsanlar işlerini kaybediyordu.
Ancak bütün bu zorluklara rağmen Azerbaycan halkı, bağımsızlığa kavuşmak gibi kutsal bir arzusunun gerçekleşeceği günü sabırsızlıkla bekliyor ve bu uğurda her türlü zorluğa göğüs germeye hazır bulunuyordu. Herkes, o tarihî günün artık çok yakın olduğunu yürekten hissediyordu.
8 Ekim 1991’de Yüksek Sovyet, olağanüstü oturum çalışmalarına başladı. Dört gün boyunca yoğun tartışmalar yürütüldü. Sonunda, Azerbaycan Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti’nin 30 Ağustos 1991 tarihli “Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Devlet Bağımsızlığının Yeniden Tesisi Hakkında” Bildirisi esas alınarak, 18 Ekim 1991 tarihinde “Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Devlet Bağımsızlığı Hakkında” Anayasası kabul edildi.
Anayasa, Yüksek Sovyet’in 360 milletvekilinden 231’inin oyuyla kabul edildi. Kalan milletvekilleri ya bu tarihî oturuma katılmadı ya da bağımsızlığımızın aleyhine oy kullandı.
Kabul edilen Anayasa’nın 2. maddesinde şöyle yazıyordu: “Azerbaycan Cumhuriyeti, 28 Mayıs 1918’den 28 Nisan 1920’ye kadar var olmuş Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin halefidir.”
Böylece Azerbaycan halkı, 20. yüzyılda ikinci kez bağımsızlığını kazanmış oldu. Vatandaşlar, bu olayı büyük bir gurur, sevinç ve coşku içinde birbirlerini tebrik ederek kutladılar. Bu tarihî anın mutluluğunu yaşamak, gerçekten de herkesin hayatının en onurlu günlerden birisi olarak hafızalara kazındı.
29 Aralık 1991’de yapılan halk referandumunda, halkın ’i oy kullanarak ülkenin bağımsızlığına, egemenliğine ve özgürlüğüne “evet” dedi.
Millî Şura’nın Kurulması Bir Zorunluluktu
Azerbaycan bağımsızlığını ilan ettikten sonra Rusya, artık düşmanca tavrını gizlemeden ülkemize karşı açık siyasi ve ekonomik baskılarını artırmaya başladı. Karabağ’da Ermeni ayrılıkçılarına her türlü desteği sağlayarak topraklarımızın işgali planını hayata geçiriyordu. Ekonomik kriz yaratarak ülkeyi kaosa sürüklüyordu.
Böylesine gergin bir ortamda, yasama organında önemli yasaların kabulünü hızlandırmak amacıyla, iktidar ve muhalefet güçleri Millî Şura’nın kurulması konusunda uzlaşmaya vardılar. Bunun üzerine Azerbaycan Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti’nin Millî Şurası hakkında bir Anayasa kabul edildi. Bu yasa, dönemin Cumhurbaşkanı Ayaz Mütəllibov’un imzasıyla 30 Ekim 1991 tarihinde yürürlüğe girdi.
26 Kasım 1991’de Azerbaycan Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti, “Azerbaycan Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti Millî Şurasının Oluşturulması Hakkında” karar aldı. Bu kararı, Yüksek Sovyet Başkan Yardımcısı Ziyad Semedzade imzaladı.
1. Dönem Azerbaycan Yüksek Sovyeti’nin 360 halk milletvekilinden 50’si eşit temsile dayalı olarak Yüksek Sovyet’in Millî Şurası üyeliğine seçildi. Bu 50 milletvekilinden 25’i iktidar temsilcilerinden oluşan “Komünist Bloku”nun (Komblok), 25’i ise “Bağımsız Azerbaycan” Demokratik Bloku’nun (Demblok)
“Komblok”tan olan milletvekilleri:
“Demblok”tan olan milletvekilleri:
Milli Şura Yeni Bir Komisyon Kurdu
Milli Şura, 29 Kasım 1991 tarihinde yaptığı ilk oturumla faaliyetlerine başladı. Sonraki toplantılarda, daha doğrusu 6 Aralık 1991’de, Milli Şura’nın daimî komisyonları oluşturuldu; bunlar arasında Eğitim, Bilim, Kültür ve Din İşleri Komisyonu da vardı. Bu komisyonun başkanlığına Firudin Celilov seçildi.
Yeni kurulan komisyon, bağımsızlığını ilan etmiş Azerbaycan Cumhuriyeti’nin devlet sembollerinden — marş ve arma (üç renkli bayrağımız 5 Şubat 1991’de resmen Devlet Bayrağı olarak kabul edilmişti) — onaylanması için yürütülen müzakereleri tamamlamayı ve komisyon kararını parlamentoda oylamaya sunmayı öncelikli görev olarak belirlemişti.
Bir süreliğine ertelenmiş olan marş konusu yeniden gündeme geldi. Yeni komisyon ilk olarak, 28 Mart 1991 tarihinde Yüksek Sovyet Başkanlık Kurulu kararıyla oluşturulmuş “Devlet Marşı için En İyi Söz” ve “Devlet Arması için En İyi Eskiz” komisyonunun yaptığı çalışmaları ve ulaştığı sonuçları yakından inceledi. O dönemde söz konusu komisyonun başkanı olan Fazil Muradeliyev, yeni oluşturulan komisyona yapılan çalışmalar hakkında kapsamlı bilgi verdi.
Besteciler, şairler ve ressamlarla görüşmeler ve tartışmalar yapılması için tarihler belirlendi. Komisyon, 28 Mayıs 1992 tarihine kadar çalışmalarını tamamlamayı ve devlet sembollerinin oylamaya sunularak kabul edilmesini sağlamayı planlıyordu.
“Köroğlu” Operasının Uvertürü Marş Olabilirdi
Bu dönemde, Halk Cephesi’nin başkanı Ebulfez Elçibey’in, Üzeyir Hacıbeyli’nin “Köroğlu” operasının uvertürünün devlet marşı olarak kabul edilmesini teklif etmeyi düşündüğü öğrenildi. Bilindiği üzere, o dönemde Halk Cephesi her meseleye müdahil olma, karar ve yasaların kabulüne etki etme gücüne sahipti. Elçibey böyle bir öneri sunarsa, bunun hayata geçmesi hiç de zor olmayacaktı.
Ben de Ebulfez Elçibey’le görüşmeye karar verdim. Çünkü gerçekten böyle bir öneri gündeme gelecek olursa, bizim yıllardır sürdürdüğümüz tüm çalışmalar, verdiğimiz mücadele boşa gitmiş olacaktı. Halk Cephesi’nin karargâhı o yıllarda bugünkü Neriman Nerimanov Caddesi’nde (eski Sovyet Sokağı), “Mektebekaber Pedagoji Teknikumu”nda bulunuyordu. Oraya gittim ve Ebulfez Bey’le görüşmeyi başardım.
Kendisiyle biz zaten meydan hareketlerinden beri tanışıyorduk. Sonraki yıllarda da zaman zaman görüşmüştük. Ebulfez Bey’e marş meselesiyle ilgili geldiğimi söyledim. Görüşmemiz bir saatten fazla sürdü. Marşla ilgili yapılan tüm çalışmalar hakkında bilgi verdim. Çok zorlu süreçlerden geçtiğimizi, 70 yıllık Sovyet iktidarının unutturmaya çalıştığı “Azerbaycan Marşı”nın bugün her Azerbaycanlının gönülden bir coşkuyla, gurur ve onurla söylediği bir eser hâline geldiğini anlattım.
Ünlü besteci Aydın K. Azim’in marş konusundaki görüşlerini aktardım. Ebulfez Bey beni dikkatle dinliyordu. Söylediklerimin hepsini “tabii, tabii” diyerek onayladı ve düşüncelerime tamamen katıldığını ifade etti. Ancak şöyle söyledi:
Ebulfez Elçibey: “Köroğlu’ operasının uvertürü, halkımızın özgürlük ve bağımsızlık uğruna yürüttüğü mücadelenin simgesidir. Biz bu yola o uvertürün ezgileriyle çıktık. Üzeyir Bey’in uvertürü halkımızı özgürlük ve bağımsızlık mücadelesine ruhen hazırladı; Allah’a şükür ki, bu yolda başarıya ulaştık. Fakat önümüzde bundan da büyük ve zor görevler var. Biz kâğıt üzerinde özgürlüğümüzü, bağımsızlığımızı kazandık; şimdi bunu yaşamımıza da geçirmek,........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d