menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Başkumandan’ın Dış Basına Verdiği Bir Demeç

25 0
22.08.2025

“Yıllarca mücadeleye mecbur kalsak bile
Yunanları Anadolu’dan çıkarmaya kesin olarak azmettik.
Türkiye Türklerindir; işte milliyetçilerin ilkesi budur. …”
Başkumandan Mustafa Kemâl Paşa’nın
Associated Press Ajansının Muhabirine Verdiği Demeçten
(15-16 Ağustos 1921)

Giriş

Bu makalenin konusu Başkumandan Mustafa Kemâl Paşa’nın Sakarya Muharebesi (23.08-13.09.1921) öncesinde (15-16.08.1921) Associated Press Haber Ajansının [1] muhabirine verdiği demece ilişkindir.

O Dönemdeki Politik ve Askerî Durum…

Başkumandan Mustafa Kemâl Paşa tarafından Associated Press Haber Ajansı muhabirine verilen söz konusu demecin layıkıyla anlaşılabilmesi için Mondros Mütârekesi [2] sonrasından itibaren yaşanan gelişmeleri hatırlatmak uygun olacaktır.

Mütâreke sonrasından söz konusu demecin verildiği 15-16 Ağustos 1921 tarihi arasındaki siyasî ve askerî gelişmeler özetle şu şekildedir:

I. Dünya Savaşı’ndan [3] mağlup olarak çıkan Osmanlı Devleti, İtilaf Devletleri adına İngiltere ile birlikte 30 Ekim 1918 tarihinde imzaladığı Mondros Mütârekesi (30.10.1918) sonucu hukuken değil ise de adeta fiilen kendisi için yıkım denebilecek bir antlaşmaya imza atmıştı.

31 Ekim 1918 tarihinde de Mustafa Kemâl Paşa 7. Odu Komutanlığından Adana’da konuşlu olan Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı görevine atanmıştı. Mondros Ateşkes Anlaşması’nın daha mürekkebi bile kurumadan İtilaf Devletlerinin Türk Yurdu’na karşı başlattıkları işgâl eylemi, Türk tarihine “İstiklâl Harbi” diye geçecek olan oldukça kanlı ve yeni bir savaşı başlatacaktı.

Mütâreke’nin harfiyyen uygulanması durumunda vatanın tamamen işgâl edileceğini anlayan Mustafa Kemâl Paşa İstanbul’a gönderdiği yazı ve telgraflarla ateşkes anlaşmasının hükümlerinin ne şekilde uygulanacağına dair sorular soruyor, Halep civarındaki İngiliz birliklerinin iaşesi için İskenderun’un İngilizler tarafından işgâl edilmek istenmesi üzerine, İtilaf Devletleri tarafından karaya asker çıkarmaya ilişkin hüküm bulunmadığını belirtiyordu.

İstanbul Hükûmeti, Mustafa Kemâl Paşa’nın, yayılmaya devam eden işgâl ordularına karşı nezâket göstermesini, ateş açılsa bile karşı konulmamasını istiyordu. Mustafa Kemâl Paşa, 8 Kasım 1918 tarihinde İstanbul Hükûmetine verdiği cevapta, bu emri uygulamaya yaradılışının elverişli olmadığını, her ne sebep ve bahâneyle olursa olsun İskenderun’a çıkacak İngiliz askerlerine ateş açılacağını bildirirken, verilen emirleri uygulayacak yeni bir komutan atanmasını ister.

Mustafa Kemâl Paşa’nın bu kararlılığı sonucu Hükûmet ile arasında meydana gelen sorun uzun süre devam sürmemiş, Yıldırım Orduları Grup Komutanlığının lağv edilmesi üzerine kendisi de Antep ve diğer güney illerindeki halka silah dağıtarak 10 Kasım 1918 tarihinde görevinden ayrılıp Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’nın daveti üzerine İstanbul’a gitmek üzere Adana’dan ayrılmıştır. Mustafa Kemâl Paşa’nın bölgedeki halka silah dağıtması, bu bölgede daha sonra Fransız işgâline karşı başlatılacak olan Millî Mücâdele için fevkalâde etkili olmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması artık muhakkak gibiydi. Dürüst ve ilkeli bir devlet adamı olan Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, Enver Paşa ve arkadaşlarının ülke dışına kaçması üzerine Padişah ve kamuoyu nezdinde büyük ithamlara mâruz kalır. Bir taraftan Damad Ferid Paşa ile Âyan Meclisi [4] Başkanı Ahmed Rızâ Bey’in aleyhte çalışmaları, bir taraftan da Padişahın kabinede bulunan İttihatçı nâzırlardan Câvid, Ali Fethi, Hayri ve Rauf Beylerin uzaklaştırılmasını ısrarla istemesi üzerine Sultan Vahdeddin’i Kânûn-ı Esâsî’yi (Anayasa’yı) çiğnemekle suçlayarak 8 Kasım 1918 tarihinde kabinesiyle birlikte istifa eder. İstifası sonrası yeni kabineyi Ahmet Tevfik Paşa kurar.

13 Kasım 1918 tarihinde İstanbul’a gelen Mustafa Kemâl Paşa, herkesi ümitsizliğin en derin uçurumlarına sürüklenmiş bir halde bulmuştu. Galip devletlerin istediklerini yapabilecekleri ağızdan ağıza dolaşıyordu. Doğrusu ümide pek az yer vardı. Mustafa Kemâl Paşa, durumun çok vahim olduğunu görmesine rağmen karamsar değildi. Öyle ki, İstanbul Boğazı’nda demirli duran İtilaf Devletleri’ne ait donanmayı gördüğünde bile kararlılıkla “Geldikleri gibi giderler” diyebilmişti. Sarayın teslimiyetçi tutumu karşısında yegâne kurtuluş yolunun Millî Mücâdele olduğunu anlamış ve gözlerini Anadolu yaylalarına çevirmişti. İşgâllere karşı bazı bölgelerde gösterilen direniş ve millî teşekküllerin kurulması da onu umutlandırmıştı.

Yenilgiyle sonuçlanan I. Dünya Savaşı sonucu Suriye, Irak, Arabistan ve Filistin de kaybedilmişti. Mütâreke sonrasında da İngilizler, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarını tutmuşlar, Fransızlar Senegalli zencilerle İstanbul’a yerleşmişler, İtalyanlar da Beyoğlu’nu ele geçirmişler ve aynı zamanda demiryollarını kontrolleri altına almışlardı.

Padişah Vahidettin iç politikanın dengesiz ve istikrarsız bir yapıya girdiğini hissederek 21 Kasım 1918 tarihinde Meclis-i Mebûsan’ı dağıttı. İstanbul’da fiilî iktidar artık Saray’ın, bunun da ötesinde her türlü güç ve kudretten mahrum olan Saray’ı da kontrol altında bulunduran İtilaf Devletlerinin elindeydi.

İtilaf Devletleri Mondros Ateşkes Anlaşması’nın 7’nci maddesi kapsamında sözde “güvenliklerini tehlikede gördükleri” gerekçesiyle yurdun dört bir yanını işgâl ediyordu. Türk milleti için acı dolu günler başlamıştı. İşgaller birbiri ardına devam ediyordu.

Türk milletinin bağımsız yaşama arzusunu canlandırabileceği yegâne gücün yine milletin bizatihî kendisinin olduğuna inanan Mustafa Kemâl Paşa Anadolu’ya geçmek için bir fırsat arıyordu. Bu sıralarda Karadeniz’de Pontus [5] Rum Devleti kurmak isteyen Rum Çetelerin, bölgedeki Müslüman ahâliye saldırıları artmış, yerel Müslüman halk da buna karşılık vermeye başlamıştı. Bölgede yaşanan olayların İstanbul’daki İngiliz işgal makamlarına yerel Rum ahâlinin saldırılara mâruz kaldığı şeklinde takdim edilmesi üzerine İngiliz makamları, asâyiş sağlanamadığı takdirde bölgeyi işgâl edeceklerini bir notayla İstanbul Hükûmeti’ne bildirir. Bu olaylara bir çözüm bulmak isteyen Padişah ve Hükûmet, siyasetten uzak duran, dürüst ve güvenilir bir asker olan Mustafa Kemâl Paşa’yı bu nitelikleri nedeniyle olağanüstü yetkilerle donatarak 9. Ordu Müfettişi olarak görevlendirdiler.

I. Dünya Savaşını sonlandıracak barış antlaşmalarını müzâkere etmek üzere 18 Ocak 1919 tarihinde Paris’te toplanan İtilaf Devletleri temsilcileri, Yunanlıların İzmir’i işgâli konusunda karar almışlardı. Bu karar gereği 15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’de, yerli Rum ahâlinin “Zito (Yaşasın) Venizelos” tezahüratlarıyla beraber Yunan işgâli başlamıştı.

Mustafa Kemal Paşa 9. Ordu Müfettişi olarak İzmir’deki Yunan işgâlinin ertesi günü öğleye doğru mâiyetiyle birlikte Bandırma Vapuru ile İstanbul’dan ayrılır ve 19 Mayıs 1919 tarihinde de Samsun’a varır. Bu tarih, Millî Mücâdele’nin fiilen başladığı tarihtir.

Mustafa Kemâl Paşa Samsun’a çıktıktan sonra bölgedeki durumu inceler ve 21 Mayıs 1919 tarihinde İstanbul Hükûmetine bir telgraf çeker. Bu telgraf İzmir’in Yunanlılar tarafından işgâlinin Ordu ve Milleti çok derinden yaraladığını belirterek, bu haksız tecavüzü sindiremeyeceklerini ve kabul etmeyeceklerini açıklıyordu.

22 Mayıs’ta çektiği bir başka telgrafta ise; İngilizlerin 9 Mart 1919 tarihinde Samsun’a haksız yere asker çıkarmış olduklarını belirtiyor ve Hükûmetin önlem almasını istiyor, bölge halkının Rum saldırılarına karşı çeteler kurarak savunmaya geçtiklerini ve Rumların, Samsun üzerindeki emellerinden vazgeçtikleri takdirde, bölgede asayişin kendiliğinden sağlanacağını belirtiyordu.

Bu arada Anadolu’nun Batısındaki Yunan işgâlleri birbiri ardına devam ediyordu. Yunanlılar, 26 Mayıs’ta Manisa’yı, 27 Mayıs’ta da Aydın’I işgâl eder. Mustafa Kemâl Paşa 25 Mayıs 1919 tarihinde Havza’ya geçer. İstiklâl mücâdelesinin ordu ve milletin iş birliği ile gerçekleştirilebileceğine inanan Mustafa Kemâl Paşa Anadolu’daki ve Trakya’daki komutanlarla temasını daha da artırır. 28 Mayıs 1919 tarihinde komutanlara, valilere ve millî kuruluşlara gönderdiği Havza Genelgesiyle; ülkenin içinde bulunduğu şartları anlattıktan sonra her tarafta işgâli protesto için mitingler yapılmasını, halka felaketin büyüklüğünü anlatarak bunu köylere kadar yaymalarını ister. Halk arasında büyük heyecan meydana getiren bu genelgenin ardından düzenlenen mitinglere binlerce insan katılır. Özellikle İstanbul’daki mitinglerin çok heyecanlı geçmesi işgâl kuvvetlerini çok kızdırır. Bunun üzerine İngilizler tutuklu bulunan 67 Türk devlet adamını Malta’ya sürerler ve İstanbul Hükûmeti’ne baskı yaparak Mustafa Kemâl Paşa’nın geri çağrılmasını isterler. İstanbul Hükûmeti de bu baskılara dayanamayarak 8 Haziran 1919 tarihinde onu İstanbul’a geri çağırır.

Mustafa Kemâl Paşa, kendisini geri çağıran Harbiye Nezareti’ne oyalayıcı bir cevap vererek 12 Haziran 1919 tarihinde vardığı Amasya’da halk tarafından büyük bir coşku karşılanır. Burada Refet Bey, Ali Fuat Paşa ve Rauf Bey’in de katkılarıyla 14 Haziran’da kurulan Müdafaa-i Hukuk Derneği bünyesinde, Mustafa Kemâl Paşa tarafından daha önce hazırlanmış bir metin üzerinde yapılan çalışmalardan sonra Amasya Genelgesi [6] kabul edilir.

Konya’da bulunan 2. Ordu Müfettişi Mersinli Cemâl Paşa ile Erzurum’da bulunan 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’nın da onaylamasından sonra bu tarihi metin bir genelgeyle 22 Haziran 1919 tarihinde Anadolu’daki mülkî ve askerî makamlara şu tarihî sözlerle ulaştırılır: ”Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir. Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve iradesi kurtaracaktır. Sivas’ta millî bir kongrenin acele toplanması kararlaştırılmıştır.” Amasya Genelgesi hem Millî Mücâdele’nin başladığını hem de Millî Mücâdele’nin amaç ve programını gösteren bir belge niteliğindedir.

15 Haziran 1919 tarihinde İstanbul Hükûmeti tarafından 9. Ordu Müfettişliği kaldırılarak görevleri Erzurum’da yeni kurulan 3. Ordu Müfettişliğine devredilir. Kâzım Karabekir Paşa da 3. Ordu Müfettişliğini vekâleten yürütmeye başlar.

Amasya Genelgesi’nin ilanından fevkalâde rahatsız olan Damat Ferit Paşa Hükûmeti, 23 Haziran 1919 tarihinde Mustafa Kemâl Paşa’yı İstanbul’a geri çağırdıysa da o bu emri dinlemeyerek Erzurum Kongresi’ne katılmak üzere Amasya’dan ayrılır. Rauf Bey ile birlikte, Sivas ve Erzincan üzerinden Erzurum’a giden ve İngilizlerin İstanbul Hükûmeti nezdindeki baskısı sonucu 8/9 Temmuz 1919 gecesi askerlikten ayrılmak zorunda kalan Mustafa Kemâl Paşa, Doğu Vilayetlerini de içine alan genişletilmiş bir Ermenistan tehdidine karşı yapılan ve 24 Temmuz 1919 tarihinde de Erzurum’da toplanan Doğu vilayetleri temsilcilerinin kongresine katılır ve kongreye başkan olur. Onun ustaca yönetimi sâyesinde, Erzurum Kongresinin 7 Ağustos 1919 tarihinde yayımlanan beyannâmesi, Amasya Genelgesine uygun olarak hazırlanır. Erzurum Kongresi’nin [7] aldığı en önemli karar, daha sonra Misak-ı Millî [8] olarak tanınacak olan demecin ilk nüshasını hazırlamış olmasıdır.

Erzurum Kongresi’nin ardından, Hükûmet tarafından Mustafa Kemâl Paşa ve Rauf Orbay hakkında tutuklama kararı çıkartıldıysa da Doğu Anadolu’da bu emri yerine getirecek bir makam bulunamaması Hükûmetin ne denli zaaf........

© dibace.net