Kirvem, Hallarımı Böyle Yaz
İmkânsızı sever aşk. İmkânsızla anlam kazanır, hayat bulur, ötelere uzanır. ‘İmkânsızlık sınavını geçemeyen aşk, aşk değildir’ diyemeyiz lakin aşkın imkânsız sınavlar geçidi olduğunu iddia etmek de pek abartılı sayılmasa gerektir. İmkânsızlıkların, engellerin ve zorlukların sarkacında salınır aşk bir o yana, bir bu yana. Durmadan farklı ve yeni bariyerler, engeller, dar geçitler, badireler yükselir aşk yolunda. Aşığın aşkı nispetince büyür imkansızlıklar. Ne kadar büyükse bir aşk, o kadar büyür sınavı. Çekilen çileler büyütür vuslatı. Büyüdükçe değer kazanır, anlam kazanır, aşama aşama nam salar öteye beriye. Engelleri aştıkça kavi olur, güçlenir, çelikten bir iradeye, zorlu bir sınamaya evrilir. Nihayetinde bir yok oluşu bağrında saklasa da yolculuğun verdiği manevi haz her şeye katlanmaya değecek bir cesamettedir.
Bütün büyük aşklar, imkânsıza başkaldırı ile başlamıştır insanlık tarihinde. Sıradanlığın ötesine bir selam, alışılagelmişin berisine bir işmar, kutsanmış yazgılara bir itiraz olmuştur aşk her zamanda ve her zeminde. Efsaneleşen, destanlara konu olan cümle aşklar genel kabul ve rızaya bir isyandır esasında. Bu bir anlamda insanoğlunun dayatılmış çaresizliklere, zihinlere vurulmuş prangalara, gücün dayattığı ön kabullere isimler üzerinden meydan okumasıdır. İnanç farklılıklarının, törelerin, yaşam biçimlerinin insanlığın etrafına çizdiği daraltılmış dairesel döngülerin, sosyal statü farklarının insanların arasına çizdiği derin kesiklerin reddidir aşk. Yaşamak ağrısı başlı başına bir baran-ı bela, bir yara ise, bütün bu yaralara aşk ile çare arar insanoğlu. Ne diyor ‘aşık-ı sadık menem / Mecnun’un anca adı var’ diyen Fuzulî: “ Ya Rab! belay-ı aşk ile kıl aşina beni /Bir dem bela-yı aşktan etme cüda beni.”
Aşk hem bela, hem devadır. Hem dert, hem dermandır. Hem yara hem merhem, hem varlık, hem yokluktur. Hem çile hem mükafattır. Yok oluşun girdabında yeniden varoluştur. İmkânsızlığın ortasında göğeren imkândır. Çaresizliğin bağrında yeşeren umuttur. Gecenin karanlığında ışıldayan şafak vaktidir aşk. Çözümsüz bir dilemmadır ferman ve fetva dinlemez. Makamsız bir şarkıdır kat ve katman bilmez. Bitimsiz bir şiir, destursuz bir öyküdür aşk. Evrensel bir masal, nihayetsiz bir destandır. Bütün maceralar biter, bitmez aşk. Bin bir gece gibi uzayıp durur Şehrazat burcunda. Hem dert, hem derman, hem hekim, hem Lokmandır aşk. Böyle der bir başka şair; “Tu hem derdî, hem dermanî /Hem hekimî , hem Lokmanî” (Feqiyê Teyran)
Bütün büyük aşklar, inanç ve töre farklılıklarından doğar desek fazla iddialı bir yargı olmaz zannımca. Birde sosyal statü farklılıklarıdır aşkları büyüten başlıca çıban. İnsan fıtratının mukadder yansıması. ‘Davul bile dengi dengine..’ saplantısıyla kendi kendine bir denklik – denksizlik denklemi kurma ve bu denklem üzerinden kör bir inada teslimiyet. Yüce Yaradan’ın irade verip özgür kıldığı yaratılmışların en şereflisini kendi dar yaşam algısına hapsetme densizliği. Birilerinin iyiliğini, huzur ve mutluluğunu onlardan daha çok düşündüğüne olan mutlak inanç. Kul imalatı töre ve anlayışların yaşamın her alanına tahakküm arzusu. Başkasının yaşam ve tercihleri üzerinde hak sahibi olduğuna dair bencillik ve kibir. Birbirine denk gelen, birbirini tamamlayan iki yüreğin gam u tasasının ‘üçüncü şahıslara’ düşmesi çoklukla. O zaman kendi statülerini veya saplantılı inanışlarını bir bayrak yapıp etrafında dönenip durur insanlar. Her ayinsel dönüş bir düğüm olup sıkar umudun, sevdanın boynundaki ilmeği. Aşkın celladı olur her töre, her mevki, her makam.
Evveli bir anlama problemidir aşk. Layık görememe sendromudur. Çoğu zaman isimlendirilmemiş bir kast sistemi arzusunun dışavurumu. Oysa aşk bütün bunları öteleyen, anlamsızlaştıran bir aşkınlıktır töre dinlemeyen, ferman tanımayan. Kural ve kaidelerini sadece iki aşkın yüreğin ihdas ettiği nevi şahsına münhasır bir serüven. Bu yüzden Leyla’ya layık görülmeyen Kays, Mecnun olur çöllerde. Çöl anlar, börtü böcek anlar derdini Mecnun’un, çözer dilini, lakin Leyla’nın kabilesi , hısım akrabası anlamaz Kays’ın yüreğinde yanan yangını. Bîsutûn Dağı merhamete gelir, Ferhat’ın gürzü karşısında ufalanır , toz olur, yol olur lakin Şirin’e........
© dibace.net
