Bir Şehri Sevmek
“Edebiyatı seven, ilgi duyan, çocukluğunda şiir yazan bir sosyoloğun şehrini hikâye eden kitabı” diye tanımlar Ergün Yıldırım ‘Benim Elaziz’im’ * adlı anı ve sosyolojik tahliller içeren Bir Sosyoloji Masalı alt başlıklı kitabını. Benim Elaziz’im bir anı derlemesi olmanın yanı sıra ‘bir şehrin sosyolojik masalıdır’ aynı zamanda. “Kendini arayan, mekânı ve zamanı arayan, geçmişi ve geleneği arayan bir ruh bilincinin seyahati.” (s.8) Benim Elaziz’im bu anlamda bireysel yaşanmışlıkların terkisinde zengin bir kültürel bagajı da sırtlayan bir şehir araştırmaları kitabıdır haddizatında Bu durum eserin Türkiye Yazarlar Birliği’nin 2024 yılının yazar, fikir adamı ve sanatçıları değerlendirmesinde şehir kategorisinde ödüllendirilmesi ile de tescil edilmiştir.
“Geleneğimizde insanlar memleketleriyle anılırlar. Ankaravî, İstanbulî, Erzurumî, Mısrî… Ben de Harputî olarak anılmak isterdim.” (s.9) diyen yazar Harputlu olmayı dünyalı olmak olarak değerlendirmekte ve Harput’un Elazığ’ı aşan tarihsel, kültürel ve sosyolojik mirasına kimi yerde şahsi hayat yolculuğunun, kimi yerde ise sosyoloji ilminin özgün birikim ve tahlil zaviyelerinden bakarak hatıralarla yoğrulmuş bir ‘şehir şehrengizini’ önümüze koymaktadır. Yazara göre Elaziz “Harput’tan doğan yeni yetme bir memlekettir.” (s.9) Ve ilk olarak Moderniteye koşan bir padişahın adından ismini almıştır: Ma’muretül Aziz. Sonra padişahlık kalkınca geriye Elaziz kalmış, en sonunda da padişahlığı çağrıştıran bütün kelimelerden ve duygulardan nefret eden bir ihtirasın içinden Elazığ olarak doğmuştur.” Harput ‘yukarı şehir’dir ve binlerce yılın birikim ve zenginliğini omuzlamakta, binlerce yılın kültürünü bu güne taşımaktadır. Bu yüzden Elazığ aşağı şehir -Harput’tan epey aşağıdadır doğrusu- veya yeni şehir ve ya Mezre olarak isimlendirilirdi eskiden halk arasında. Bu hikayede yukarı şehrin yeni şehre göçünün de pek hızlı ve doğal seyrinde bir göç olmadığının öyküsü yatmaktadır. Geniş zaman içinde daha çok ekonominin ve ticaretin zorladığı bir mecburiyetten terk ve kerhen kabul gerçeği Harput’un yönünü Elazığ’a çevirmiştir.
Resul-i Ekrem’in “Uhud bir dağdır. Lakin biz O’nu severiz, O’da Biz’i” diye Uhud Dağı’nı yücelttiği rivayet edilir Hadis kitaplarında. Mekanı anlamlandıran insandır. Daha doğrusu insanı insanlaştıran sürecin mekana duyduğu mecburiyettir. Sadece zamanla değil mekanla da büyürüz biz. Hatta daha çok mekân büyütür bizi. Havasından suyundan faydalandırdığı oranda kendine has gerçekliğini de benliğimizin bir parçası kılar. Yüreğimizin çatına çadırını kurar, alnımızın ortasına mührünü basar, dilimizi otantik rengine boyar. Bu yüzden bedenimiz orada burada dolansa da kalbimizin attığı, rüyalarımıza gizlenen saklı cennetimiz çocukluğumuz ve çocukluğumuzun geçtiği büyülü dünyamızdır. Çünkü diyor yazar: “İnsan içinde doğduğu, ışığın gözüne ilk değdiği, ilk âşık olduğu, ilk kışları ve baharları hissettiği toprakları unutmaz. Dağları , menkıbeleri, masal geceleri, tarlaları, dereleri ve ağaçları içimizde hep yaşamaya devam eder.” (s.7) Filhakika istese de unutması mümkün değil insanın bu hakikati, bu yaşanmışlığı, ruha sinen, benlik ile iç içe geçmiş bu katı gerçekliği. Bir şehirli olmak bu hakikatten bu aidiyetten içsel anlamda kaçamamak, dolaşıp dolaşıp sıfır noktasına geri dönmektir. Bedensel olup olmaması önemli olmayan bu ruhsal dönüş ‘bülbül –altın kafes’ metaforu ile geleneksel kültürümüzde de çokça işlenmiştir. Bu aidiyet ve gerçekliği yine bir Harputlu olan ve Harput’a olan özlem ve aidiyetini Harput Şehrengizi’ni yazarak somutlaştıran Metin Önal Mengüşoğlu şöyle izah eder: “Şehirler bazen kulağınıza küpe takar. Parmaklarınıza çentik atar. Dillerinize işaret koyar. Alnınıza mührünü basar. O mührün kocaman iziyle birlikte izin verir sokaklara dağılmanıza. Artık o şehirlisinizdir.”**
Bir yerlerden gitmek ve ya bir yerlere yerleşe bilmek kolay bir iş değildir. Elhak Allah’ın arzı geniştir ve günümüzün globalleşen dünyasında hayat bize şehirler arası, ülkeler arası hatta kıtalar arası kalıcı veya geçici mekan değişikliklerini dayatmaktadır çoğu zaman. Bazen de bir tercih ile seyyaha döneriz dünya kazan biz kepçe, dönenip dururuz içinde. Lakin nereye gitsek bir kalp ağrısı, bir yürek sızısı bırakmaz peşimizi. Yazar şöyle izah ediyor bunu: “Çağımız evlatlarının cevabı olmayan sorusu… Çünkü biz baba ocağından uzak memleketlere düşen birinci nesil evlatlar, geldiğimiz yere yerleşemiyoruz. Kök salamıyoruz. Yersiz ve yurtsuz kalıyoruz ruhen. Memleket her daim peşimizdedir. Rüyalarımız çoğu hasret duyduğumuz , çocukluğumuzu yaşadığımız, ilk defa aşık olduğumuz mekanlarda geçer. Her rüyayla birlikte unuttuğumuzu sandığımız gerideki hayat yeniden depreşir, titreşir ve önümüze düşer. Geçmiş, bırakıp geldiğimiz köy ve hayat bize yapışıktır. Peşimizi bırakmaz. Hayatımız boyunca da gölge gibi bizi takip edecek.” (s.100)
Yazarın bu hususta sarih bir şekilde izah ettiği mevzu ‘yerleşememek, kök salamamak’ gerçeğidir. Çünkü kök mazidedir. Nereye yayılsa da dallar, toprağın altındaki kökün kendi gerçeğine dönüşünün devinimidir yaşanılan. Kişi benliğini oluşturan, çocukluğun ve geçmişin masum ve renkli dünyasıdır. Orada şekillenir her şey ve kazınır benliğimize. Amin Maalouf bu gerçeği ‘dikey miras’ olarak değerlendirip şöyle izah etmektedir: “İçimizden her biri iki mirasa sahip: “dikey” olanı bize atalarımızdan , halkımızın geleneklerinden, ait olduğumuz dini cemaatten geliyor; “yatay” olanı ise çağımızdan, çağdaşlarımızdan. Bana göre en belirleyici olanı sonuncusu ve her geçen gün biraz daha belirleyici oluyor. Bununla birlikte bu gerçek, kendi........© dibace.net
