RUHSAL DİRİLİK VE TOPLUM...
Dirilik; sadece nefes alıp vermek, hareket etmek veya yaşamak değildir. Dirilik, kalbin uyanıklığı, aklın bilinçliliği, ruhun farkındalığıdır. İnsan, beden olarak ayakta olabilir ama ruhen düşmüş, zihnen ölü, kalben taş kesilmişse o kişiye diri denemez. Bu yüzden Kur’ân-ı Kerîm, “ölü iken kendisini dirilttiğimiz kimse” diyerek (En’âm, 122) ruhen ölmüş insanların diriltilmesinden söz eder. Bu bağlamda dirilik, imanla, takvayla, bilinçle ve adaletle var olan bir hâl, bir yaşama biçimidir. Dirilik; bedenin değil,ruhun ayakta kalma hâli, canlı ve zinde olma durumudur.
İnsanlığın tarih boyunca en çok unuttuğu gerçeklerden biri de fiziksel hayat ile ruhsal hayatı birbirine karıştırmasıdır. Bedenen yaşayan ama hakikatten uzak, merhametten yoksun, adaleti gömmüş nice toplumlar ve bireyler vardır ki; Kur’an bunları “ölüler” olarak tanımlar. “Sen, kabirdekilere duyuramazsın.” (Fatır, 22). Bu ayet sadece fizikî mezarları değil, kalbi ve vicdanı ölmüş insanların iç dünyalarını işaret eder. Yani dirilik, hayatın kendisi değil; hayatın içinde Allah’la beraber olma şuurudur.
Dirilik; kişinin kendisini tanıması, Rabbini bilmesi, dünyaya gönderiliş gayesini kavramasıyla başlar. Hz. Ali’nin şu sözü bu derinliği çok güzel özetler; “İki türlü ölü vardır: Biri toprak altında yatan, diğeri hayatta olup da hakikatten uzak yaşayan.” Bugün modern dünya, insanları dış dünyada aktif ama iç dünyada pasif hâle getirmiştir. Ekranların, ideolojilerin ve tüketim çılgınlığının gölgesinde, insanlar artık yaşamıyor, tüketiliyor. Dirilik, işte tam burada; “Neden yaşıyorum?” sorusunu sorabilen bir insanın kendi iç âleminde başlar.
İslam, insanı hem bedeni hem de ruhuyla ele alan bir dindir. Namaz, oruç, sadaka gibi ibadetler; sadece şekilsel değil, ruhu canlandıran birer........
© Denge
