Film Yorum: Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?
Dokuzuncu Cumhurbaşkanımız merhum Süleyman Demirel’in “Mizah bir yumruktur, kime ne zaman vuracağı belli olmaz.” sözü, on dördüncü yüzyıldan günümüze bu topraklarda geçerliliğini koruyor.
Batının materyalizmine karşı doğunun kollektivizmi; mizahın düzene, (mikro ya da makro seviyede) yöneticilere, yönetim şekline itiraz olan her dönemde kitlelerin sarıldığı bir silah olmasını kolaylaştırmakla beraber, aynı zamanda da tarafını belli edenlerin altında toplandığı bir şemsiye vazifesi görmesi için de zemin hazırlıyor.
Benim gibi otuzlu yaşlarının sonuna gelen neslin 2013’te Gezi Parkı olayları esnasında yeniden hatırladığı bu şemsiye, 2025’te 19 Mart ile başlayan süreçte o zamanlar çocuk olan nesil üniversite çağına geldiğinde tekrar aynı tarafta olanları gölgesine topladı.
Tabii ki yıllar, on yıllar, yüz yıllar geçtikçe, haberleşme ve iletişim yöntemleri de gelişip değiştikçe, politik mizahın mecralarının farklılık göstermesi sürpriz değil. Cumhuriyet tarihinde 70’li yıllarda ilk kez kitlesel olarak büyük satış rakamlarına ulaşan “Gırgır” önderliğindeki mizah dergileri, 80’lerde mizah dergileriyle beraber darbe sonrası ciddi haberler yaparak bir yere varılamadığını keşfedip tepki amaçlı sayfalarında erotik soslu komik haberlere yer veren gazeteler ve “Devekuşu Kabare”, “Orta Oyuncular” gibi döneminde kapalı gişe oynayan ve yer yer de tehditler alan tiyatro grupları, 90’lar ve 2000’lerde özel televizyonların yaygınlaşmasıyla “Olacak o Kadar” ve türevi komedi programları kitlesel politik mizahın bayrağını taşıdılar.
Ancak 2010’lu yıllara gelindiğinde internetin de yaygınlaşarak, kaç yaşında olursa olsun herkesin birbirleriyle etkileşime girebildiği bir kitle iletişim aracına dönüşmesi anlık ve çoklu etkileşimi beraberinde getirdi ve kimsenin haftalık/aylık bir dergiyi, TV programını ya da gazeteyi beklemesine gerek kalmadı.
1960 Mayıs’ında Demokrat Parti’nin icraatlarını protesto etmek isteyen öğrenciler günler öncesinden 555K diyerek beşinci ayın beşinde, saat beşte Kızılay’da buluşmak üzere organize olmaya çalışırken 2013 İstanbul’unda on binlerce gencin Gezi Parkı’nda buluşması ve koordinasyonu çok daha kolay ve anlıktı. Ve tabii ki Y jenerasyonu inananlar kollektifinin protesto algısı “baby boomer”ların çocuklarına kıyasla (belki de ebeveynlerinin sivil protesto tecrübesinden ders alarak) daha zekâ dolu ve komikti, çünkü baş edilemeyen asıl gücün bu olduğunun farkındalardı.
Bu bir sinema yazısı olacağı için (içerdikleri mizah öğeleri minimum seviyede olsa da) sistem eleştirisi unsurları içeren ve bir çırpıda hepimizin hatırlayacağı “A Clockwork Orange” (1971), “Full Metal Jacket” (1987), “Fight Club” (1999) “Good Bye Lenin” (2003), “V for Vendetta” (2005), “Dogtooth” (2009), “Persepolis” (2007), “Snowpiercer” (2013) gibi yabancı örnekleri sıraladıktan sonra biraz da yerli filmlere göz atmak gerekiyor bence. Çünkü bir ülkede sansür seviyesi arttıkça, sansür bariyerini aşmak için kullanılan zeka ve emek, eleştirel filmlerin kalitesini ve özellikle mizah seviyesini artıyor. Bu gözlemim filmleri sıralayınca sizin de aklınıza yatacak.
Örnekler tabii ki çoğaltılabilir ama benim ilk anda sistem/yönetim eleştirisi filmleri denince aklıma Ertem Göreç’in “Karanlıkta Uyananlar”ı (1965), Yavuz Özkan’ın “Maden”i (1978), Tunç Başaran’ın “Uçurtmayı Vurmasınlar”ı (1989), Yeşim Ustaoğlu’nun “Güneşe Yolculuk”u (1999), Ömer Uğur’un “Eve........© Daktilo1984
