Suriye’nin iki Takiyyüddin’i: İbn Teymiyye’den Nebhânî’ye Kriz ve Çözüm Perspektifleri
Siyasal düşünceler tarihi açısından, aynı coğrafyada ve uzun asırlar sonra benzer şartlar altında yetişmiş iki düşünürün yüzyılları aşan bir diyalogla birbirlerini hatırlatması çok rastlanan bir durum değil kuşkusuz.
Suriye coğrafyasında –aslında daha geniş ve tarihsel anlamı çerçevesinde Bilâdü’ş-Şam havzasında[1] demek daha doğru olur- yetişmiş iki isim, Takiyyüddin İbn Teymiyye (1263-1328) ile Takiyyüddin en-Nebhânî (1909-1977), tarihin bambaşka dönemlerinde yaşamış olsalar da, İslam toplumlarının siyasal düzeni, otorite, şeriat ve devletin mahiyeti konusunda bıraktıkları güçlü etkiler nedeniyle bir arada ve karşılaştırmalı bir okumayı hak ederler.
Her iki düşünür de benzer kriz ortamlarında (Moğol işgali ve İngiliz/Amerikan etkisi) ve çözülme süreçlerinde ortaya çıkarak düşüncelerini formüle etmiş, kendi dönemlerinin ötesinde etki sahibi olmuş isimler. Bu açıdan geniş Suriye coğrafyasının yetiştirdiği bu iki Takiyyüddin’i karşılaştırmalı bir perspektifle karşı karşıya getirip mukayese etmek, İslam düşüncesinde süreklilik-kopuş-dönüşüm olgularını takip etmek açısından da klasik çağdan modern döneme geçişleri anlamak bağlamında da faklı bir perspektif sunuyor bize.
Takiyyüddin İbn Teymiyye: Bir Kriz Döneminin Sesi
Selefî düşüncenin en tesirli tarihsel şahsiyetleri arasında başı çeken müçtehid İbn Teymiyye, 1263’te, dönemin önemli kültür merkezlerinden Harran’da Hanbelî bir muhitte doğdu. Babası da Hanbelî fıkıhçısıydı. Moğolların 1258’de Bağdat’ı ele geçirip Mezopotamya’da işgali genişletmesi üzerine ailece buradan ayrılıp Şam’a göçtüklerinde Takiyyüddin 6 yaşındaydı.
Tüm eğitimini alacağı, eserlerini vereceği ve kendisinden sonra da birlikte zikredileceği Şam’da dönemin önde gelen âlimlerinden ders aldı. Bu esnada Şam ve çevresindeki dinî yapılar ve cemaatlerle, bunların yanında fıkıh ve hadis ekolleriyle yoğun temas halindeydi ki bu etkileşimler onun zihin dünyası ve dine bakışını da şekillendirecekti.
Dönemin Şam’ını daha yakından tanımak, İbn Teymiyye’nin perspektifini şekillendiren sosyo-politik şartları da daha iyi değerlendirmeye yardımcı olacaktır: Moğollar 1258’de Bağdat’taki Abbasî halifeliğini yıkıp da iki sene sonra Halep’i alıp Şam kapılarına dayanınca, şehir de Moğol idaresine teslim oldu. Bu dönem kısa sürse de şehir halkı yağma, sürgün ve zorunlu göç tehdidi altında yaşamaya başladı.
1260’da Ayn Câlût zaferiyle Memlûkler, Moğolları yenerek Suriye’yi geri aldı ama Moğol tehlikesi sona ermedi; 1299, 1300 ve 1303’te Moğol seferleri yine söz konusuydu. Bu sürekli tehdit olgusu, hem Şam’da hem de Suriye’nin tamamında militarize bir toplum psikolojisi oluşturdu.
Bu durumun Şam halkında ve siyasi/ilmî çevrelerde bazı yansımalarının ortaya çıkması kaçınılmazdı. İç ve dış düşman olgusunun yeniden canlanıp sosyo-politik dengeleri belirlediği bu işgal tehdidi döneminde, İbn Teymiyye farklı ve sert bir tutum benimsedi: Moğolların Müslüman olsalar bile Cengiz Han yasalarına bağlı kalmalarını “tağûtî hüküm” sayarak onları meşru yönetici kabul etmedi. İbn Teymiyye’nin cihad vurgusu, sadece teorik değil, doğrudan deneyimlenmiş bir tarihsel krizin teolojik açıklamasıydı. Ancak şehirde hâkim olan Memlûk idaresi, hem militarize bir yapı oluşturmuş hem de sık sık emirler arasındaki güç mücadeleleriyle istikrarsızlığa teşne bir ortam doğmuştu.
Bu dönemde İbn Teymiyye Moğol seferlerinin meşruiyeti, Memlûk emirleri arasındaki çekişmeler, zındıklık olarak nitelediği tarikat ve fırkalarla mücadelesinde açık sözlülüğüyle zaman zaman hapis cezalarına, sürgünlere ve ilim çevreleri arasında çatışmalara yol açmaktaydı. Bu yönüyle entelektüel yaşamının steril bir ortamda şekillenmediğini, doğrudan doğruya dönemin güç politikalarıyla iç içe geçtiğini söylemek mümkündür.
İbn Teymiyye’nin yaşadığı dönemde Şam’ın tasavvufun en etkili olduğu şehirlerden biri olması, 12-13. yüzyıllarda hem kurumsallaşmış tarikat yapıları hem popüler zühd hareketlerinin bölgede güçlü olması, halk üzerinde manevi otoriteleri yüksek olan bu yapıların güçlü vakıf ağları ve siyasi/ilmî şahsiyetler üzerindeki tesiri de İbn Teymiyye’nin radarına girmişti. Vahdet-i vücud etkisindeki yönelişleri, zikir ve raks pratikleri, keramet anlatıları ve tevessül/ziyaret gibi tasavvufi ögeleri şirk ve bid’ate kapı aralayan unsurlar olarak gören İbn Teymiyye’nin dine bakışı, Şam’daki popüler tasavvuf hegemonyası olarak nitelendirebileceğimiz bu “dış düşman ve iç müşrikler” dikotomisi altında şekillenmekteydi.
Takiyyüddin en-Nebhânî: Yüzyıl Krizinin Ortasında Bir Hilafet Arayışı
Büyük Suriye coğrafyasının İbn Teymiyye’den altı asır sonra ortaya çıkaracağı bir başka Takiyyüddin 20. yüzyılın başında, bugün İsrail toprağı haline dönüşen Hayfa’nın İczim köyünde Osmanlı vatandaşı olarak dünyaya gelse de, tabi olacağı politik entite hayatı boyunca birkaç sefer değişip dönüşecekti.
Nebhânî büyük dönüşümler çağında, hem şeriat alanında seçkin bir âlim hem de eğitim idaresine balı bir memur olarak görev yapan bir babanın oğlu olarak dünyaya geldi. Anne tarafından dedesi Yusuf da (sonradan kendi kariyerine benzer şekilde) Osmanlı mahkemelerinde başkadılık yapmış ve Osmanlı yönetimiyle yakın ilişki içinde bulunmuş bir âlimdi.
Bu iki taraflı geleneksel dinî ortam içinde yetişen Nebhânî, Mısır’daki meşhur el-Ezher Üniversitesi’nde fıkıh alanında resmî eğitimini tamamlamasının ardından, 1931’de memleketi Filistin’e döndü. Ama artık Filistin bir Osmanlı toprağı ve İslam beldesi değildi. 1920’lerin başında Filistin’e ek olarak Ürdün ve Irak da Londra’nın, Suriye ve Lübnan ise Paris’in manda idaresi altındaydı. Altı asır önceki Moğol işgalinin yerini bu sefer Sykes-Picot’dan (1916) beri İngiliz-Fransız işgali almış durumdaydı. Bu işgal........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein