menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Osmanlı’da Okuryazarlık, Bölüm 3: 1927 Sayımı Aslında Neyi Ölçtü?

7 0
16.11.2025

Geçtiğimiz yazılarda tarihçi Kemal Karpat’ın Osmanlı İmparatorluğu’nda 1893 okur oranının T veya f olduğuna ilişkin iddialarını inceleyip yanlış olduğunu göstermiş, sonra da Osmanlı’da modern eğitimin evrimini ele almıştık. Şimdi meşhur 1927 nüfus sayımına gelelim. Bu sayım okuma bilenlerin oranına dair ne iddia ediyor?

1927’ye dair yaygınca duyduğumuz %8 küsurluk oran aslında tüm yaş gruplarını içeren genel nüfustaki oran.[1] Okur yazarlık istatistiği günümüzde 15 yaş üzeri nüfus için ölçülüp bildirilir, 1927 sayım raporları okur yazarlık oranını okul çağından itibaren yani 7 yaş ve üzeri için erkeklerde ,42 kadınlarda %4,63, bütünde ,58 olarak bildiriyor. Biz  diye yuvarlayalım. Bunun gerçekçi olup olmadığını analiz etmeden önce bu sayımla ilgili vurgulamamız gereken birkaç nokta var.

Birincisi, 1927 nüfus sayımı, Osmanlı dönemindeki öncüllerinden çok ileride, modern bir sayım. Osmanlı’nın en iyi bilinen 1881-1893 “sayımı,” aslında uzun yıllar süren kayıt ve tahminlere dayanıyordu. 1927 sayımı ise “neticeleri daima şüpheli olan tahmin usulleri yerine bu defa bütün memleket dahilindeki nüfusun birer birer ve bir günde kamilen kayt ve tadadını temin etmek üzere” yapıldı.[2] Sırf bu sayımı yapabilmek için, köyler dahil Türkiye’deki tüm yerleşimlerdeki her bir hane ilk defa resmen numaralandırılarak kayda geçirildi ve sokaklara isim verildi. Bir yıllık bir hazırlık dönemi ve çeşitli yerlerde deneme sayımlarının ardından, tarih önceden duyurulmak üzere sokağa çıkma yasağı da uygulanarak, 28 Ekim 1927 Cuma günü 52.276 görevli ile sayım yapıldı. İstanbul hariç bütün ülkeden sonuçlar üç gün içinde alındı ve verilerin tasnifi de ayda ortalama yetmiş memur eliyle 17 ayda tamamlandı. Bu sayımdan çıkan veriler Osmanlı istatistiklerinden çok daha güvenilir olmalı—arada çelişki kalırsa 1927’yi birincil referans olarak almak gerekir.

İkincisi, harf devrimi gündeme gelmeden önce yapılmış bu sayımın Latin harfleriyle okumayı bilenleri saydığı iddiasının ciddiyeti yok. Sayıma ilişkin raporlar, ölçülenin “Arap harfleriyle okumak bilen nüfus” olduğunu birkaç kere açıkça bildiriyor. Sayım memurlarına verilen talimatlar da açık: “tahrir edilen şahıs matbu bir varakayı meselâ bir kitap veya gazeteyi okuyabiliyorsa «evet» okuyamıyorsa «hayır» yazılır. Okumak bilip bilmediğinde tereddüt edilen kimselere, tahrir cetvelinin bir tarafını göstererek okutmak maksadı temin eder.”[3] O tarihte Latin harfleriyle basılmış yaygın Türkçe evrak bulunmadığına ve tahrir cetvelinin kendisi eski harfli olduğuna göre buradaki durum aşikar. (Bu arada nüfus sayımıyla birlikte dağıtılıp 1929’a kadar kullanılan yeni nüfus cüzdanları da eski harfli). Zaten çoğunluğu kendi köylerini saymak üzere bu sayım için yerel halktan seçilerek görevlendirilmiş on binlerce sayım memurunun Latin harfli Fransızca metin bulup hanelerde bunu soracağını, ve Gayrimüslim azınlıkların bile kendi dilleri için Latin harflerini geleneksel olarak kullanmadığı bir memlekette ezici çoğunluğu köylü olan halkın ’inin Fransızca okumayı bildiğini hayal etmek abesle iştigal olur.

Resim: 1927 nüfus tahrir cetveli (resmin üzerinde müzayede evi filigramıyla)[4]

Üçüncüsü, cumhuriyet rejiminin, bu sayımdan çıkacak okur yazarlık oranını olduğundan düşük göstermek gibi bir motivasyonu bulunduğuna dair bir emare de yok. Rejimin en büyük motivasyonu, Türkiye’nin bir ulus olarak fizibilitesinden şüphe eden Batılı muhataplara, nüfusun zannedildiğinden büyük olduğunu gösterebilmekti. Okurluk gibi bir medeniyet göstergesi için de benzer motivasyon düşünülebilir. Kaldı ki daha iki sene önce Şeyh Sait isyanının gerçekleştiği ülkede yapılan bu ilk sayım, Kürtçe konuşan nüfusu ve bunların hangi vilayetlerde çoğunluğu oluşturduğunu gösteriyor ki bunu biz 1965’ten beri resmen yapamıyoruz. Veri saklamak veya çarpıtmak söz konusu olsaydı, Türkçe dışındaki dillere dair bu detaylı kısma 1927 sayımında ve raporlarında yer verilmezdi. Yani rejimin bu başlangıç noktasında saklamayı değil görmeyi ve bilmeyi arayan bir devlet aklı var. Fakat şöyle bir lojistik kısıt olabilir: Sayım memurlarının 4-5 saatte 250-300 kişiyi sayacağı varsayılmış, yani her 1 kişinin 15 soruluk sayım anketini tamamlaması için 1 dakikadan biraz fazla süre düşüyor. Böyle bir ortamda, okumayı sıbyan mekteplerinde yarım yamalak öğrenmiş bazı kişilerin okuma bildiğini göstermek isteği veya imkanı gerçekleşmemiş olabilir. Bu arada ölçülenin eski harfler ile Türkçe okuma yetisi olduğunu hatırlatalım. Yani okur yazarlığın çok düşük çıktığı Mardin gibi bazı doğu vilayetlerinde, yalnızca Arapça okuyabilen nüfus varsa, bunlar muhtemelen okur sayılmadı.[5] Bu gibi sayım pratikleri genel okur oranında belki mesela 1 puanlık negatif marj yaratmış........

© Daktilo1984