menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Liberal Küreselleşme Bitiyor, Bölüm 4: Altın ve Doların Hikayesi

11 0
19.10.2025

Trump’un ABD başkanlığıyla birlikte küreselleşmeye neler oluyor konulu dizide bu son yazım. Geçen yazılarda gemi konteynerleriyle dünyanın dört yanına giderek sınırları aşan ürünlerden, bunların içindeki mikroçiplerden ve Trump ile birlikte bunların karşısına çıkan yeni sınırlardan bahsetmiştik. Bu yazıda daha soyut bir şeyden bahsedeceğiz: para.

Liberal küreselleşmeyi mümkün kılan şeylerden biri, dünyanın her yerinde geçen, herkesin güvendiği ve erişebildiği bir paranın bulunmasıydı. Yani “dolar hegemonyası.” Dolar hegemonyası demek, ABD dolarının hem rezerv hem değiş-tokuş için en çok kullanılan para birimi olması demek.

Doların yaygınlığı, yirminci yüzyıl başlarında İngiliz sterlinini geride bırakmış, küresel rezerv statüsü ise 1944 Bretton Woods anlaşmasıyla kurumsal bir çerçeveye kavuşmuştu. Bu anlaşma, doların değerini altına karşı sabitleyerek garantiliyordu. ABD, diğer devletlerin ellerinde tuttukları dolar rezervlerine karşılık olarak, değeri kadar fiziksel altını gerektiğinde ortaya çıkarmayı taahhüt ediyor, yani dolar altın kadar sağlam oluyordu. Tüm ulusal paralar da dolar karşısında belli bir marj içinde sabit kurda tutulacaktı.

Bu çerçeve, ABD’nin altın rezervlerinin azalması ve devalüasyon baskısıyla 1970’lerde terk edildi. Başkan Nixon, doların altına çevrilebilirliğini iptal etti ve 1970-75 arasında ons altının fiyatı 35 dolardan 180 dolara kadar arttı. Şimdi son bir buçuk yıldır izlemeye başladığımız yeni bir artış dalgası var: Altın fiyatı 2023’de 2000 dolar civarındaydı, bu hafta 4000 doları geçti. Ve bu artış 1970’lerdekiyle benzer bir kopuş sürecinin ürünü. Fakat bu sefer ABD doları ile altın arasında kopacak resmi bir bağ zaten yok. O zaman nasıl benzer süreç oluyor?

Şöyle ki, 1970’lerden sonra Bretton Woods’un yerini alan dalgalı kur çağında dünyadaki dolar hegemonyası yine de devam etmişti. Devamlılığı mümkün kılan üç şey sayabiliriz: Birincisi, dolar hakimiyeti ön kabulü ile kurulan uluslararası bankacılık sistemlerinin, alternatif yokluğunda aynı kültür içinde devam etmesi. İkincisi, ABD finans piyasalarının derinliği ve ABD dış ticaret açıklarının dünyadaki dolar likiditesini artırması gibi yapısal faktörler. Üçüncüsü de petrol zengini ülkelerin birikimlerinin dolarda değerlendirilmesini temin etmeye yönelik ABD’nin siyasi girişimleri ve son kertede bu girişimleri ikna edici kılan askeri gücü.

Sonuçta dolar hegemonyası, dünya genelinde dolar talebi anlamına geldiği için, bu para birimini arz eden ABD’ye, benzersiz bir ayrıcalık veriyordu. Bu sayede ABD, döviz kuru ve enflasyon konusunda diğer ülkelerin karşılaştığı ölçüde kısıtlarla karşılaşmadan para arzını artırabiliyor, yani rahatça “para basabiliyor” diyelim. ABD daha düşük faizle daha çok borçlanabiliyor. Dolar hegemonyası, hasımlarının dolar varlıklarını dondurmak gibi finansal yaptırımlar konusunda da ABD’ye manevra alanı sağlıyor.

Bununla birlikte, dolar hegemonyasının bugüne kadarki bir başka sonucu şu oldu: Diğer ülkeler, Amerikan hazine tahvilleri cinsinden dolar rezervi biriktirmek için tasarruf yaptıkça, yani iç tüketimlerini kısıp ürettiklerini ihraç ettikçe, bunun karşılığı ABD’nin ticaret açıkları oluyor. Dünyadan dolar talebi süregittiği için, doların değeri de düşmüyor, ABD ticaret açığı kronik hale geliyor. Kimilerine göre bu ABD için kötü bir şey değil. Çünkü ABD kendi bastığı parayla borçlanarak diğer ülkelerin canını dişine takarak ürettiği mamulleri gani gani tüketebiliyor demek. Fakat geçtiğimiz yazılarda gördüğümüz gibi, bunun sonucu ABD’de sanayisizleşme ve mikroçip gibi kritik teknolojilerde üstünlük kaybı.

Wall Street ve ABD müesses nizamının bugüne kadarki politika refleksleri, dolar hegemonyasının geleneksel biçimini koruma yönünde olmuştu fakat Trump’un etrafında gruplaşan yeni bir düşünce,........

© Daktilo1984