Liberal Küreselleşme Bitiyor, Bölüm 3: Trump ve Ticaret Savaşının Hikayesi
Geçen yazıda mikroçipler üzerinden küresel sistemin dönüşümünü ele almıştım. Bugün bu dönüşümün en somut ve belki de en yıkıcı cephesine, ticaret savaşlarının karmaşık dünyasına dalacağız. Bu hikayenin merkezinde, son on yılda görev yapmış olan iki ABD başkanı -Donald Trump ve Joe Biden- ile onların Çin’e karşı geliştirdikleri taktikler yer alıyor. İkisi de farklı yöntemlerle aynı temel hedefe yürüdü: Çin’in yükselişini dizginlemek ve Amerikan ekonomik üstünlüğünü yeniden tesis etmek.
Trump’ın Ateşlediği Fitil: Ticaret Savaşlarının Geri Dönüşü
Hikaye 2018 yılı Mart ayında, Donald Trump’ın “America First” (Önce Amerika) sloganını somut politikalara dönüştürdüğü anla başlıyor. İlk hamle, çelik ve alüminyum ithalatına getirilen ek gümrük vergileri oldu. Bu Kanada, Meksika, Avrupa Birliği ve Türkiye gibi tüm rakip üreticileri hedef alan bir hamleydi. Bu ülkeler, bir yandan Dünya Ticaret Örgütü’nde ABD’ye karşı şikayette bulunurken, bir yandan gümrüklerden muafiyet kazanabilmek için ABD ile ikili pazarlıklara girmek zorunda kaldılar. Zaten Trump’ın stratejisinin özü de buydu: Çok taraflılığı reddedip, bire bir pazarlıklarla ABD’ye avantaj sağlamak.
Asıl savaş ise aynı yıl içinde Çin’e karşı başlatıldı. Yüzlerce Çin ürünü, ABD gümrüklerinde ek vergilere tabi tutuldu. Bu, Çin’in teknoloji transferi, fikri mülkiyet hakları ve endüstriyel sübvansiyonlar konusundaki “haksız” uygulamalarına bir misilleme olarak sunuldu. Trump yönetimi, geçen yazıda mikroçip tasarımı alanındaki faaliyetlerine değindiğimiz Çinli teknoloji devi Huawei’yi özel olarak hedef aldı. Şirketin finans direktörü Meng Wanzhou, Aralık 2018’de Kanada’da, İran’a yönelik yaptırımları deldiği iddiasıyla tutuklandı. Ardından Huawei’nin ABD’de faaliyet göstermesi yasaklandı. Bu sert hamlelerin gerisinde Huawei’in müşteri verilerini Çin istihbaratı ile paylaştığının düşünülmesi yatıyordu.
Tüm bu baskılar sonucu Ocak 2020’de Çin, fikri mülkiyet yasalarını sıkılaştırmayı ve ABD’den daha fazla mal almayı kabul etti. Ancak pandemi koşulları ve ticaret savaşının kendisinin yarattığı belirsizlik nedeniyle Çin, ithalat hedefinin ancak `’ını karşılayabildi. Phase 1 (Birinci Etap) olarak adlandırılmış olan anlaşma, esasen başarısız bulunduğu için, herhangi bir müteakip “Phase 2” anlaşması yapılmadı.
Trump’ın tek taraflı dış politikası sadece Çin ile sınırlı kalmadı. Paris İklim Anlaşması’ndan Dünya Sağlık Örgütü’ne, İran nükleer anlaşmasından UNESCO’ya kadar bir dizi uluslararası kuruluştan çekildi. Daha da önemlisi, selefi Barack Obama’nın, müttefiklerle Çin’e karşı kurmaya çalıştığı ticaret bloklarını rafa kaldırdı. Onun yerine, Meksika ve Kanada ile ABD arasındaki serbest ticaret anlaşması NAFTA’yı, ABD lehine koşulları yenilenen USMCA ile değiştirdi. Trump’ın mesajı netti: ABD, kendi kurallarıyla, kendi başına yürüyecek ve müttefikleri de dahil olmak üzere herkesten taviz koparacaktı. ABD’nin müttefiklerine sağladığı askeri güç şemsiyesi ve dev ABD pazarına erişim imkanı, pazarlık kozu veriyordu.
2021’de görevi devralan Joe Biden, üslup olarak Trump’tan ayrıldı. Müttefiklerle işbirliğinden, uluslararası kurumlardan bahsetti. Ama Çin konusunda temel strateji değişmedi, sadece daha incelikli hale geldi. Biden yönetiminin üç ana odağı vardı:
Birincisi, kritik sektörlere odaklandı. Amaç, genel ticaret dengesini sağlamaktan ziyade, ulusal güvenlik ve ekonomik rekabet gücü için hayati önem taşıyan alanlarda dışa ve özellikle Çin’e bağımlılığı azaltmaktı.
İkincisi, Biden, gümrük silahına Trump kadar bel bağlamadı. Onun yerine, devasa federal teşvik........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d