menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bir ahlak meselesi… Temiz eller, kirli zihinler

16 8
24.10.2025

Ahlak; herkesin ağzında dolaşan fakat kimsenin pek de hayatına almadığı kelime. Herkesin kolayca telaffuz ettiği ama kimsenin taşımaya yanaşmadığı bir yük… Başkasında eksikliğini gördüğümüzde hemen parmağımızı sallıyoruz; kendi payımıza düşeni fark ettiğimizdeyse gözümüzü kaçırıyoruz. Bugün ahlak dediğimiz şey, toplumun vitrininde sergilenen bir süs eşyasına döndü. Kimse dokunmak istemiyor ama herkes hakkında konuşuyor.

Özel hayata sıkıştırılmış, kamusal alanda anlamını yitirmiş bir ahlaktan söz ediyoruz. Oysa asıl yıkım, tam da orada; yönetenin de yönetilenin de dürüstlüğü, bir “tercih meselesi”ne dönüştüğünde başlıyor…

Bizde ahlak, çoğu zaman yanlış yere konuyor. Yolsuzluk konuşulmazken, herhangi birinin özel hayatı günlerce tartışılabiliyor. Ahlakı sadece cinselliğe indirgeyen, bunu da bir baskı aracı haline getiren bir toplumda gerçek ahlaksızlıklar görünmez oluyor. Oysa asıl yozlaşma, hak edilmeyeni almada, hakkı olmayana uzanan elde başlıyor. İşini kötü yapan memurun, rüşveti “paylaşmak” olarak gören yöneticinin, torpili “yardım” sayan yurttaşın olduğu yerde ahlaktan söz etmek kolay değildir, kolay olmuyor.

Toplum kendi işine geleni konuşuyor, işine gelmeyeni susturuyor.

Bir çocuk arkadaşının kalemini izinsiz aldığında, büyükler “olsun, paylaşmayı öğrensin,” diyor. Aynı çocuk büyüyüp başkasının emeğini sahiplenince, buna “uyanıklık” adı veriliyor. Küçük haksızlıkların masum sayıldığı yerde büyük haksızlıklar meşruiyet kazanıyor.

Yolsuzluğun, hırsızlığın, çıkar ilişkilerinin bulaşmadığı alan neredeyse kalmadı. Etrafını kayırmayan iş insanı, yakınına koltuk ayarlamayan siyasetçi, rakamlarla oynamayı reddeden muhasebeci artık bu düzenin “uyumsuzu” sayılıyor. İhaleyi hakkıyla alan değil, doğru yere “selam gönderen” kazanıyor. Üretmek değil, “ayarlamak” değerli. Çalışkanlık değil, bağlantı önemli. Artık dürüst olmak erdem değil, saflık sayılıyor. Bu ülkede dürüst kalmak, neredeyse hayatta kalma içgüdüsüne ters düşüyor. Sistemin kirine bulaşmayan, hızına yetişemeyen “aptal” damgası yiyor. Hakkını arayan değil, açık arayıp o açıktan sızan itibar görüyor bu düzende.

Kamunun kaynaklarını kötü yöneten, işi ehline vermeyen, liyakat yerine sadakati koyan insanlar toplumun gözünde hâlâ “başarılı” olabiliyor. Çünkü bizde ahlak, gücün yanında şekil değiştiriyor.

Yöneten de, yönetilen de aynı aynaya bakıyor aslında; yalnızca çerçeveleri farklı. Çünkü ikisi de aynı değerler içinde büyüdü, aynı kalıplarla yoğruldu. Bugün yasalar bile bu zihniyetin ürünü. Adaletin terazisini tutan eller, çoğu zaman o teraziyi eğip bükmeyi meşru gören bir toplumun içinden çıkıyor. Bu yüzden sorun yalnızca yönetende değil; o yöneticiyi alkışlayan, o düzeni “normal” sayan bizde de.

***

Ahlakın küresel ölçekteki çöküşüne bakıyoruz sonra. Ortadaki manzara da içler acısı.

Trump, İsrail Parlamentosu’nda alkışlar eşliğinde yaptığı konuşmada Benjamin Netanyahu’ya “Bana şu silahı, bu silahı sağla dedin, yaptım,” diyebiliyor. Yani Gazze’de on binlerce insanın, bebeğin katline neden olan bombaların tedarikini, bir başarı öyküsü gibi anlatıyor… Bu sözlerin arasında ne bir vicdan sızısı ne bir parça empati kırıntısı ne de en küçük bir pişmanlık var. 21. yüzyılın açık ara en acımasız katliamının, soykırımının mimarı Netanyahu ise bu sözleri bir övgü, bir zafer payesi gibi dinliyor. İkisinin de yüzünde aynı ifade var: Gücü tanrılaştırmış, acıyı istatistiğe çevirmiş insanların donuk gülümsemesi. Bu, yalnızca politik bir ittifak değil, hastalıklı bir ruh ortaklığı. Biri kendi halkının alkışına, diğeri kendi ordusunun ateşine sarhoş. İkisinde de vicdan yerine üstünlük duygusu, empati yerine mutlak iktidar arzusu çalışıyor. En tehlikelisi, bu zihinlerin dünyanın “süpergücünü” yönetiyor, dünyanın ağası gibi davranıyor olması.

Tam da ruhtaki bu karanlık işte, bütün bir dünyanın pusulasını şaşırtan.

Trump’ın bu desteği, sadece İsrail’e değil, ahlaksızlığın evrenselleşmesine verilmiş bir onaydır. Silah, artık yalnızca bir savunma aracı değil; uluslararası ticaretin en kârlı kalemidir. Atılan her bomba, bir ülkenin borsasında artı haneye yazılıyor…

Sonra bir de kalkıp kendisini “barış elçisi” gibi göstermesi, Nobel istemesi, distopik, sarkastik ve ironik bir ahlaksızlık düzeninin resmi değildir de nedir?!

Aynı Trump, ülkesinde kendisini “No Kings” (Krallara Hayır) sloganı eşliğinde protesto eden binlerce insana, yapay zekâyla üretilmiş bir videoda, kral tacı başında, savaş uçağından dışkı yağdırıyor. Manzaraya bakın; kendi halkına bu boyutta bir hakareti reva görebiliyor. Ardından........

© Cumhuriyet