menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ateşin Hafızası: Yangınlar, Ekolojik Kırılganlık ve Unutmanın Bedeli

12 12
29.07.2025

Küresel ısınmanın hızlandığı ve doğanın dengesinin sarsıldığı son on yılda, orman yangınları artık basit bir “afet” kategorisi olmaktan çıktı; hem toplumsal hafızamızda hem de gezegenin ekolojik dengesinde silinmez izler bırakıyor. Türkiye’nin orman yangınlarıyla olan ilişkisi, rasgele felaketlerden ve kontrolsüz tesadüflerden ibaret bir geçmişin ötesine geçti. Bugün, yangınlar sistematik, birikimli bir tehdide dönüşmüş durumda. Yalnızca Akdeniz'de, Amazon’da, Kaliforniya’da ya da Avustralya’da değil; dünyanın birçok köşesinde, hatta yangına aşina olmayan tropik bölgelerde bile son yıllarda yaşanan büyük yangın felaketleri asıl kaybın sınır tanımadığını ve etkilerinin yerel olduğu kadar gezegensel düzeyde de hissedildiğini gösteriyor.

Bu felaket zincirinin Türkiye’deki yansımaları, geçmiş yangınların toplumsal bellekte bıraktığı yaraları her yaz yeniden ve gittikçe daha şiddetli bir şekilde açığa çıkarıyor. Her sıcaklık dalgası, her kuruyan ot, her siren sesi; insan etkisinin, altyapı yetersizliğinin ve çevre politikalarındaki ısrarlı kayıtsızlığın birikimli sonucu olarak, yangınların nasıl bir “yeni normal”e dönüştüğünü gözler önüne seriyor. Ormanlarımızda kaybolanlar yalnızca ağaçlar değil; biyoçeşitliliğin dokusunu oluşturan canlı çeşitliliği, birlikte yaşama kültürü ve yerel toprağın tarihsel hafızası da çözümsüz biçimde zarar görüyor.

Bu nedenle, bugünün orman yangınlarına bakarken Türkiye’yi küresel yangın dalgasından ayırmadan; yaşadığımız kaybı geçtiğimiz çağın “doğal felaketi” olarak değil, Antroposen’in, yani İnsan Çağı’nın, kırılganlığının yeni bir göstergesi olarak okumamız gerekiyor. Çünkü dünyanın dört bir yanında yükselen duman, aslında ortak geleceğimiz için bir uyarı ve hafızamızda açılan yeni bir yara izi. Bugün yanan her orman, yalnızca doğanın değil; geçmişin belleğinin ve geleceğin mümkünlüğünün de bir kaybıdır.

Yangınla Kurulan Yaşamdan, Yangında Çözülen Hayata

Ateş, insanlık tarihinde yalnızca yıkım değil, aynı zamanda yaşamı kuran ve dönüştüren bir unsur olarak karşımıza çıkar. Tarımdan zanaata, avcılıktan toplumsal ritüellere kadar birçok kültürel pratiğin merkezinde ateş yer alırken, ormanlar da bu döngünün vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Yerleşik hayata geçişten itibaren Anadolu topraklarında orman ekosistemleri, hem geçim hem de kültürel kimlik açısından ateşle birlikte yeniden şekillenmiştir. Latincede “kultus” kavramı hem kültürü hem de toprağın işlenmesini anlatır[1]; ormanlar ise uzun süre ateşle açılmış ve insan eliyle kontrol edilmeye çalışılmıştır[2].

Ancak bu kadim rol, modern çağda ciddi bir kırılmaya uğradı. İklim krizinin hızlandırdığı kırıcı kuraklık döngüleri, plansız kentleşme ve merkeziyetçi yönetimlerin doğayla kurduğu kopuk ilişki, ateşi bir kurucudan bir yok ediciye dönüştürüyor. Özellikle Akdeniz ve Ege başta olmak üzere Türkiye'nin kızılçam ormanlarında, tarihsel olarak ekosistem içinde “doğal” karşılanan yangınlar, günümüzde hem sıklık hem yıkıcılık açısından eşi görülmemiş boyutlara ulaştı. Kızılçamların tohumlarını etrafa yayabilmeleri için orman yangınlarına ihtiyaçları olduğunu biliyoruz[3], bu onların uzun evrimsel geçmişlerinde geliştirdikleri bir uyum. Ama bu uyum, sıklığı ve şiddeti artan yangınlarla onlara da yaşam hakkı vermiyor. Artık yangın yalnızca toprağı yeniden döngüye sokan ekolojik bir unsur değil; yıkımın, çözülmenin ve toplumsal öznede travmatik bir iz bırakan sosyal felaketin adı haline geldi.

Her büyük yangının ardından yalnızca ormanlar değil, birlikte yaşam kültürü, yerel ekonomi, habitatlar ve biyoçeşitliliğin eşsiz dokusunun en temel parçaları olan türler de kayboluyor. Yangın, geçmişte ateşiyle yaşamı mümkün kılarken, bugün ekosistemlerin çözülmesini tetikleyerek biyoçeşitliliği krize sürüklüyor. Tüm bunlar da göçü, toplumsal yas ve hafızada uzun süre kalan yaraları beraberinde getiriyor. Doğa ve kültür arasındaki bu yeni gerilim hattı, yangının artık sadece tabiatın değil, bir çağın kırılganlığının ve insan eliyle şekillenen felaketlerin de göstergesi olduğunun en açık kanıtına dönüşüyor.

Türkiye’nin Orman Yangını Hafızası: Kapanmayan Yaralar

Türkiye'de orman yangınlarına dair hem kurumsal hem de toplumsal hafıza, neredeyse bir asırlık birikimli kayıt ve acı deneyimlerle şekillenmiştir. Orman Genel Müdürlüğü'nün 1930'lardan bu yana tuttuğu raporlar, özellikle 1994, 2008, 2021 ve 2025 yıllarının "kilometre taşı" haline geldiğini göstermektedir[4]. Bu yıllar, hem yangın alanlarının büyüklüğü hem de vaka sayısındaki ciddi artışlarla hafızada yer etmiştir. Söz konusu dönemler, sadece orman alanı kaybıyla değil; toplumsal yaşamda, ekonomide ve ekolojik dengede yarattıkları derin tahribatla da öne çıkmaktadır.

Yakın geçmişte, örneğin 2021’de başta Akdeniz ve Ege olmak üzere birçok bölgede, yüzbinlerce hektar alanın yanması ve on binlerce kişinin tahliye edilmesi yalnızca istatistiklere değil, kolektif belleğe de “milat” olarak kazındı[5]. O yıl Muğla ve Antalya illeri, yıkımın en ağır yaşandığı yerler olurken, köyler boşaldı, arıcılar ve çiftçiler geçim kaynaklarını, yaban hayatı popülasyonları ise habitatlarını kaybetti. Son yıllarda bu hafıza sürekli tazeleniyor: 2025 yılında resmî kayıtlara göre yalnızca Haziran ayında 612 orman yangınına müdahale edildi, yıl başından bu yana toplam 3 binin üzerinde yangının yaklaşık dörtte biri son bir ay içinde gerçekleşti; yangınlar sırasında 80 bin hektardan fazla alan kül olurken, 50 binden fazla insan evinden tahliye edildi. İzmir’de yaşanan orman yangınları sırasında Adnan Menderes Havalimanı’nın kapanmak zorunda kalması gibi dramatik gelişmeler, yangının yaşamın her alanını kesintiye uğratabildiğini gösterdi.

Bütün bu veriler ve kayıp hikâyeleri, Türkiye’de orman yangını hafızasının geçmişten bugüne sadece trajik hatıralara değil, giderek derinleşen bir toplumsal ve ekolojik “ağrıya” dönüştüğünü ortaya koyuyor. Her yeni yangın sezonu, eski travmaların üzerine yenilerini bindiriyor; ormanlarda yitirilen sadece yeşil doku değil, aynı zamanda ortak geçmişle ve mümkün gelecekle kurulan bağ da oluyor.

İklim Krizi: Yangının Yeni Jeopolitiği

Orman yangınları günümüzde artık salt bir mevsimsel olay veya talihsiz rastlantının ötesine geçmiş durumda. Yangınların sıklığı ve yıkıcılığındaki artış, doğrudan iklim krizinin yol açtığı çoklu ve birbiriyle iç içe etkilerin sonucudur. Özellikle Türkiye ve benzer Akdeniz iklimine sahip bölgelerde, sıcaklıkların yükselmesi, yağış rejimlerindeki dengesizlikler ve uzun süren kuraklık döngüleri, ormanları her zamankinden daha yanıcı ve kırılgan hale getirmektedir.

Bilimsel literatürde “hydroclimate whiplash” olarak ifade edilen bu döngü, yani kısa süreli aşırı yağışları izleyen uzun kuraklık dönemleri, ormanlarda önce yoğun bitki örtüsü oluşmasına, ardından ani kuraklıkla bu örtünün hızla yanıcı “yakıt” haline gelmesine sebep olmaktadır. Sıcak hava dalgaları ve düşen nem oranları ile birleştiğinde, orman yangınları artık dünyanın dört bir yanında “yeni normal” kabul edilen bir afet biçimine dönüşmektedir. Nitekim, atmosferik susuzluk (evaporatif talep) adı verilen ve sıcaklık ile düşük nemin bitki ve topraktan suyu çekmesiyle artan bu........

© Birikim