Tutunamayan Gençlik
Toplumsal değişim umudu en fazla gençlere yükleniyor. Bu beklenti kimi zaman muhalif çevreleri, idealize ettikleri gençlik kesitinden yola çıkarak, gençliğin tamamının öyle olduğu yanılgısına düşürüyor.
Saraçhane eylemleri sonrası gençler, yine bir kez daha muhalefetin umudu haline geldi. Özellikle üniversite öğrenci hareketlerinin canlanması geniş bir heyecan dalgası yarattı. Öğrencilerin polis barikatını aşma girişimi ile sembolleşen cesaret momentleri, CHP’li liderlerin eylemlerin ivmesini kesme ve nabzını düşürme hamlelerine verdikleri tepkiler ve gösterdikleri irade, tutuklamalardaki duruşları hayranlık uyandırdı. Bu hayranlık zihinlerde daha çok hor görülen ve küçümsenen Z kuşağına dair var olan mitleri ve önyargıları sarstı. Bu kuşaktan ümidi kesenlerin aksine, cesaretin bedeli olduğu bu dönemdeki bu hareketlenme “ne varsa gençlikte var, taş gibi bir nesil geliyor” duygusunu yükseltti. Söz konusu gençlik hareketleri ayrı bir ilgiyi hak ediyor. Ancak ben bu yazıda onlardan ziyade, gençler arasında daha az göze çarpanları ve ilgi görenleri de tartışmak üzere, gençler üzerine dönemsel olarak yükselen varsayımları, içinde olduğum farklı gençlik araştırmaları verilerine dayanarak yorumlamaya çalışacağım[i].
Ertelenen gençlik ve sahaya inişi
Gençleri alışıldık konfor alanlarından sıyrılmaya iten –ki geçmişe kıyasla bedellerin ağırlaştığı bir dönemde– üç temel motiften bahsetmek mümkün. Birincisi günümüz gençlerinin birikmiş bir psikolojik kaygı yükü var. Öyle ki kaygı düzeyinin yüksek ve çeşitliliğinin fazla olmasının kendisi bir kaygıya dönüşmüş durumda. Güvensizlik ve geleceğine yönelik ümitsizlik (ve hayalsizlik) yaygın hisler.
İkincisi adalet duygusunda önemli düzeyde bir aşınma var. Bu sadece adalet sisteminin tarafsızlığını yitirdiği ve düşünce özgürlüğünün kısıtlandığı gibi tespitlerle sınırlı değil. Gençler arasında, ne yaparlarsa yapsınlar, koşullarını iyileştiremeyeceklerine, torpil ve kayırmacılığı aşamayacaklarına, hiçbir oyunun adil rekabetle gerçekleşmediğine inanç kuvvetli. Sistemik ve kurumsal olanın adaletine güven duyulmuyor. Üstelik bu hisler sadece muhalif gençler arasında değil, iktidarı destekleyen gençler arasında da yaygın.
Üçüncüsü gençler, yaşlarına göre farklılaşmakla birlikte, bir erteleme halinde gençliklerini geçirdiler. Ertelemek dönem gençlerinin habitusu haline geldi. Pandemiyle mekanlardan ve toplaşmalardan uzaklaştılar. Ekonomik kriz ile tasarruf moduna geçtiler. İki kutuplu seçimlere mecburiyet ile şimdi sırası değil diyerek her türlü tartışmayı seçim sonrasına ertelediler. Son yıllarda artan “Silivri soğuktur” ironisi otosansürün ve sessizleşmenin simgesi oldu. Nihayetinde bu dönem gençleri gençliklerini erteleme ile geçirir oldular. Sosyalleşmeler, kendilerine yatırım yapmak üzere harcamalar ve girişimler, gelecek beklentileri ve hayalleri, güvendikleri bir Türkiye geleceği, düşünce ve duygularını sakınmadan ifade etme, filtresizce paylaşım yapma gibi hayal ve arzular hep ertelendi. Hatta gençlikte maruz görülen ve diğer yaş gruplarına nazaran daha aykırı ve cüretkâr hallerden de uzak durdular. Bu erteleme habitusuna ve kuşağın ve zamanın ruhuna paralel olarak sorumlulukları ve değişimi yetkili ve etkili olanlara havale etme eğilimlerine rağmen, bu neslin belli momentlerde sahaya inmekten ve sahne almaktan geri durmadığına da tanık oluyoruz.
İşte İmamoğlu ve ekibine yönelik soruşturma ve tutuklamalar, bu üç birikmiş duygu yoğunluğunun etkisiyle gençleri harekete geçirdi. Elbette İmamoğlu’nu destekleme ve ona sahip çıkma motivasyonu da bir etken ancak gençlerin sahaya inişi daha çok kendileri ile, kaygıları, adalet beklentileri ve erteleme yorgunlukları ile ilgili. Öte yandan gençler için İmamoğlu’na sahip çıkmak ile geleceklerine sahip çıkmanın denkleşmiş olması, yani kader birliği duygusunun oluşmuş olması, İmamoğlu’nun başarısı olarak teslim edilmeli.
Sahaya inen gençlerle ilgili diğer önemli bir husus, gençlerin profili ile ilgili. Alana çıkan gençlerle ilgili algılanan resimde, üniversiteli gençler baskın oldu. Kaldı ki aksiyonları beğeni ve takdir toplayan gençler de daha çok belli üniversitelerin aktif öğrenci hareketlerinden geliyorlardı. Oysa kalabalığı oluşturan kitlenin ekseriyetinin, öğrenci kimliğinin ötesindeki gençlik kesimlerinden geldiği göz ardı edilemez. Ağırlıkla ne işte ne de eğitimde olan (NEET) bir genç nüfusun da meydanlara inerek tepki vermiş olması, durumu karmaşıklaştırıyor. Uzun bir süredir, özellikle 2023 seçimlerinde aktif olarak, 2024 seçimlerinde ise pasif olarak belirleyiciliği olan, sosyal medya aktivizmi ile zaman zaman fark ettiğimiz, bu yazıda akışkan milliyetçilik demeyi önereceğim bir kesim var. Gençler arasında milliyetçi tınılar taşıyan, ancak muhafazakar milliyetçilikten farklılaşan, daha seküler tonlara sahip geniş bir kesim bulunuyor. Bu kesim aynı anda hem Atatürkçülüğü hem de iktidarın hegemonya siyasetinin ana unsuru olan ve savunma sanayi ağırlıklı, 'tekno-milliyetçilik' olarak da bilinen bir milliyetçilik anlayışını benimsiyor. Nasıl oldu da bu kesim sahaya indi ve protestolara katıldı sorusu üzerinde durmayı en çok hak eden konu olabilir. Buna geri döneceğim ama önce genç nüfusun dağılımını ve çeşitliliğini hatırlatmakta fayda var.
Hangi gençlik?
Gençlik, herkesin farklı hayal ettiği ve algıladığı soyut bir kategori. Kuşaklar da öyle. Z kuşağına atfedilen birçok özellik gençlerin önemli bir kısmında yok, aksine daha ileri yaşta olup da atanan Z kuşağı özelliklerine daha yakın olan birçok kişi vardır. Her dönem zamanın ruhunu taşıyanlar değişime direnç taşıyan muhafazakâr reflekslerden farklılaşır. Kuşkusuz gençler muhafazakâr birikimleri daha az olduğu için zamanın ruhunu taşımaya daha açıklar. Toplumun geneline göre daha açık olsalar da gençlerin çoğunluğu, toplumun geri kalanına benzer eğilimler taşır. Dolayısıyla Z kuşağına dair genellemeleri gözden geçirmekte fayda var. Z kuşağı mitleri tartışması ayrı bir yazıyı hak ediyor. Burada gençlik kategorisinin genişliğini ve heterojenliğini hatırlatmakla yetineceğim.
Genç kimdir? Doğal olarak gençlik ilkin yaş ile ilişkilendirilir. Ancak bu konudaki uzlaşma da sınırlı. Kaç yaşında birine genç dersiniz sorusuna verilen yanıtlar oldukça farklılaşabilir. Resmi sınırlarda bile tam bir uzlaşma yok. TÜİK 15-24 yaş arasına genç diyor[ii]. OECD istatistiklerinde sınır 15-29. Kimi kurumsal çalışmalarda 35’e kadar yol veriliyor. Aynı TÜİK, çocuk tanımında 0-17 yaş aralığını kullanıyor; yani 16-17 yaştakilere hem çocuk hem genç diyor. BM’nin çocuk hakları sözleşmesine göre 18 yaşından küçükler çocuktur.[iii] Aynı sınır TCK için de geçerli. WHO daha da detaya giriyor ve TÜİK’teki bu kesişim kümesine ergen diyor. Öte yandan ergenlik bir anda 18’inde biten bir şey değil. Son yıllarda popülerleşen erkeklik çalışmalarında, erkeklerin ergenlik döneminden çıkamayışları üzerine pek çok analiz var. Dolayısıyla yaş sadece biyolojik değil, sosyolojik de bir olgu. 32 yaşında torun sahibi bir kadın kendini orta yaşlı bile değil, yaşlı olarak tanımlıyor. Spordan örnek verelim. Baharla birlikte büyük bisiklet turları başladı. Spikerler sıklıkla 30’larını geçenlerin yaşlanmış olduğundan bahsediyor ya da 28 yaşındaki bir bisikletçi için, ilerleyen yaşına rağmen yakıştırmasını yapabiliyor. Kısacası, gençliğin sihrini yaşa indirgemek sorunlu.
İkincisi yaşı sabit alsak bile, büyük bir popülasyondan bahsettiğimize göre, ister istemez çok geniş bir çeşitlilik ile karşılaşırız. 2024 verilerine göre Türkiye’de 15-24 yaş arasında 12 milyon 763 bin kişi var. 15-29’u baz alırsak 19 milyon 318 bin kişi. Bu kalabalık içinde birçok açıdan farklılaşan insanların tamamını genç olarak soyutlayarak yapılan genellemeler tehlikeli. Somut ve nesnel iki kriteri alalım: Çalışma yaşamı ve eğitim. Genellikle gençler deyince akla üniversite öğrencileri gelir. Bu belki olması gereken olarak düşünüldüğü için. TÜİK 2024 verisine göre Üniversite düzeyinde okullulaşma oranı F.[iv] Ek olarak öğrencilerin A’nin de açık öğretimde olduğu hatırlanırsa, hayal edilen anlamda makbul üniversiteli gençlik oranının ’lerde olduğu tahmin edilebilir (üstelik bu da kayıt yaptıranlar üzerinden bir hesap). Diğer yandan, gençlerin 9,5 istihdamda. Ne işte ne eğitimde olan (NEET) gençlerin oranı TÜİK’e göre %,6, OECD’ye göre %,6[v]. NEET gençlerin C,7’sini lise mezunları oluşturuyor, B,1’i lise mezunu dahi değil. ,2’si de üniversite mezunu.
Sonuç olarak sadece bu üç kategoriyi (öğrenciler, çalışanlar ve NEET) gözettiğimizde dahi birbirine benzemez büyük kitlelerden bahsediyoruz. Dolayısıyla ne analizde ne de siyaset geliştirirken tek bir gençlikten bahsetmek mümkün değil. Analize dünya görüşleri ve/veya yaşam tarzları eklendiğinde konu daha da karmaşıklaşıyor.
Peki gençlik, muhalefetin medet umduğu kadar özgürlükçü ve demokrat zihniyete sahip mi? Özgürlüğün onlar için önemli olduğu ve isyan anlarında sıkışmışlık hissinin önemli bir katalizör olduğu açık. Ancak ötekilerin haklarını savunmada ve toplumun geneli için özgürlük istemekte toplumun diğer kesimlerinden bir nebze daha iyi olmakla birlikte büyük farklılıklar sergiledikleri de söylenemez.
Burada yaygın bir istatistik okuma sorununu da not etmeyi önemli görüyorum. Araştırma sonuçlarında bir değişkene göre fark olduğunda, üzerine konuşulan kategorinin genelinin o eğilimde olduğu düşünülebiliyor. Örneğin, araştırmalarda erkekler kadınlara göre genellikle siyasete daha ilgili çıkar. Ancak bu veriden yola çıkarak kadınların tamamının siyasete ilgisiz olduğu ya da erkeklerin tamamının ilgili olduğu söylenemez (hatta fark çok da açık değil). Konumuz olan gençlikten bir örnek vermek gerekirse: örneğin rap müzik gençler arasında yaygınlaştığı düşünülen ve diğer yaş gruplarına kıyasla oldukça yüksek bir eğilime işaret eden bir müzik türü. Öte yandan gençlerin sadece ’unun en sevdiği müzik türleri arasında rap müzik ilk üçe girebiliyor. Yani ilk bilgiden gençler arasında daha fazla dinleniyor olmasından yola çıkıp gençler rap müzik dinliyor genellemesine gitmek gerçekliği oldukça manipüle etmiş olmak oluyor.
Bu örneklere benzer şekilde, bir kesim gençliğin aktive olması ya da iyi bir muhalefet performansı ortaya koyması, gençliğin tamamına mal edilemez ve bu neslin bambaşka bir nesil olduğu sonucuna işaret etmez.
2025 Mart ayının ilk iki haftasında tamamladığımız gençlik araştırmasından gençlerin siyasi eğilimlerine ve demokratik değerlerine ilişkin bazı ilginç sonuçların gençlerle ilgili genellemeleri gözden geçirmeye katkı sağlayacağını düşünüyorum. Özgürlükçülük ve demokratlık düzeylerine geçmeden gençlerin çoğunluğunun muhalif olup olmadığını ele almakta fayda var. Muhaliflerin gençlere övgüsünde gerçekten de haklılık payı var. Gençlerin önemli bir süredir birinci partileri artık AK Parti değil. Önce üniversite öğrencileri, zamanla diğer gençlik kesimleri de AK Parti’den uzaklaşmaya başladılar. Ancak bu AK Parti’nin gençlerden hiç destek almadığı anlamına gelmiyor (kararsızlar dağıtılmadan CHP’ye destek 3,2 iken, AK Parti’yi destekleyen genç oranı (,7). Sağ sol kutuplaşmasında durum paralel. Solculuk gençler arasında toplumun geneline göre bir nebze daha kuvvetli. Kendisini sola yakın olarak görenler 9,1, sağa yakın olarak görenler 5,1.
Saraçhane eylemlerine bakınca gençlerin en gözde siyasi liderinin İmamoğlu olduğu sonucu çıkabilir, Gerçekten de İmamoğlu’nun skoru, Erdoğan’dan yüksek. İmamoğlu’na 10 üzerinden 7-10 arası verenlerin oranı 7,9 iken 0-4 arası verenlerin oranı 5. Bu veriye göre de İmamoğlu’nun da gençlerin çoğunluğunu kavrayamamış olduğu görülüyor. Yine de Erdoğan’a verilen skorların düşük olması (0-4: D,8, 7-10: 6,7) gençlerin toplumun genelinden ayrıştığını gösteriyor. Ancak 6,7’lik desteği küçümsemek de D,8’lik Erdoğan’dan razı olmama oranını yüksek bulmak da yanıltıcı olur.
Akışkan gençlik: taş gibi mi kum gibi mi?
Gençlik üzerine önyargılar birbiri ile tamamen zıt içerikte olabiliyor. Belli momentlerde “bu gençlerden hiçbir şey olmaz”, “çok sorumsuz bir nesil” serzenişleri yükselirken, kimi zaman da “tek ümidimiz gençler”, “bu nesil Türkiye’yi kurtaracak” edaları öne çıkıyor. Bir yandan gençlerin Türkiye’den kaçmak istemeleri, aidiyetlerinin zayıflaması konu ediliyorken, diğer yandan gençler arasında milliyetçiliğin yükselişini konuşuyoruz. Aynı dönemlerde, gençler üzerinde muhafazakar etkileri tartışırken, ateistleşme artıyor mu, dindarlık azalıyor mu kaygıları dile getirilebiliyor. Yine gençlerin apotikleştiği, siyasetten kaçışları üzerine analizler söz konusu iken, kurtuluş ümidi olarak değişimdeki öncülükleri konuşulur olabiliyor. Kuşkusuz tüm bu salınımlı pozisyonların bir arada varlığının önemli bir nedeni yukarıda da belirtmeye çalıştığım gençliği bir büyük kategori olarak ve bir sabitlik olarak ele almaya çalışmakla ilgili. Öte yandan, şayet günümüz gençliği için genellemeden kaçınmayan bir tanımlama yapmak gerekirse “taş gibi” yerine “kum gibi” demeyi tercih ederdim. Zira önceki gençlik kuşaklarında daha katı, eğilip bükülmesi daha zor, genellikle bir davaya ya da ona yakınlığa, sempatiye yaslanan nitelikler öne çıkardı. Günümüz gençliğinin karakterinde esnekliğin, pragmatikliğin daha baskın olduğu tüm çalışmalarda gözlemlediğimiz bir durum. Hal böyle iken taş yerine kum daha geçerli bir metafor. Bir tür akışkanlık var. Bu hem sabitliklerin azalması hem de ilkesel değerlerin daha esnek olması ile ilgili. İyi yönü, diyaloğa, değişime açıklık iken, olumsuz yanı yüzer geçerliğin hakim olması.
Gençliğin akışkanlığı ile kastettiğim birincil unsur kimliklerde geçici olma hali. Daha melez, geçici ve performatif kimliklere yakınlık ve hegemonik söylemlere eklemlenme yatkınlığı. Saraçhane gösterilerine katılıp iktidara tepkisini gösterirken, LGBTİ bireylere yönelik nefret söylemlerini de ortaya koymayı ihmal etmeyen milliyetçi gençler buna iyi bir örnek. 68 ya da 78 kuşağı olarak adlandırılan kesimlerin idealist ve ilkeli siyasi pozisyonlarının aksine onlar için siyasi tutarsızlıkta sıkıntı yok. Bilakis ideolojik değil, faydacı ve pragmatik bir pozisyonlanma makbul bulunuyor.
Akışkanlık deyince Bauman’ın akışkan modernlik (liquid modernity) tarifini de hatırlamakta fayda var. Bauman, modern dünyada kalıcılığın, bağlılığın ve ideolojik netliklerin yerlerini geçiciliğe ve karmaşaya, yurttaş kavramının yerini tüketiciye bıraktığını söylüyor. İlişkiler ve bağlar akışkanlaştı, çünkü sağlam, sabit ve temelli olmaktan çıktı. Toplumsal yapıların ve normların değeri azalırken, bireyselleşme ve bireysel özgürlükler öncelikli hale geldi. Bu analiz belki tüm toplumsal kesimler için ve her momentte geçerli değil ama günümüz gençlerini anlamada oldukça elverişli bir çerçeve sunuyor. Gençlerin geçmiş kuşakların aksine sabit değerler ve kalıcı kimliklerden ziyade daha değişken, ama kırılgan bir yaşam biçimini tercih ettikleri söylenebilir.
Gençler, belirsiz bir Türkiye geleceği ile ilgili hayaller kurmak yerine, anlık seçimler yapma yoluna gidiyor. Eklemlendikleri kimlikler, kendi içsel ihtiyaçlarına, anlık taleplerine ve dışsal etkenlere açık olarak şekillenen geçici, hızla biçimlenebilen ve çözülebilen kimlikler. Bu tabi aynı zamanda bir anlamlandırma boşluğuna da neden oluyor. Kaygılı olma kaygısının temelinde bu boşluk da önemli bir etken.
Kimlik tartışması tabii ki yeni değil. Özcülük eleştirileri, post-yapısalcı yapıbozum eleştirileri, söylem kuramları, kültürel çalışmalar alanında birçok yaklaşıma gönderme yapmak mümkün. Kimliklerin sabit bir "öz" değil, söylemsel olarak inşa edilen bir şey olarak görülmesi gerektiği, farklı bağlamlarda farklı biçimlerde performe edildiği üzerine geniş bir literatür var. Öte yandan neredeyse özleşmiş, sabitleşmiş, katılaşmış kimliklerin varlığından söz etmek mümkün (bu kimliklerini şekillendiren hegemonyanın ve iktidarın kuvveti ile yakından ilişkili). Benim akışkanlık diyerek kastettiğim........
© Birikim
