menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Zihni Körelten Rutin ya da Doyasıya Tembellik

23 0
30.01.2025

Eğer bir gün çalışmayı bırakırsak dünya nasıl bir yere döner bilmiyorum ama aç biilaç sokaklara düşeceğimizden eminim. Desem ki yıllardır şişirdiğimiz işsizlik fonundan gelen para ile rahatlıkla geçineceğiz, hayır, o da mümkün değil. Sadece belli bir süre verilecek olan para ile hayatımızın sonuna kadar yaşamayacağımız ortada. Yani bu abartılı oldu fakat hepimizin işsiz kalması durumunda hep beraber şişirdiğimiz bu fondan bazılarımız faydalanacak. Nerden mi biliyorum, çok uzak değil pandemi döneminde üç, beş maskeyi dağıtamayacak duruma gelmişti devlet.

Yine de değinmek istediğim konu bu değil. Çalışmanın bize kazandırdığı rutinin kendisini ele alıp ve neden boş vakit sahibi olamadığımızı anlamaya çalışacağım. Herhangi bir kriz anında veya bunları bir kenara bırakıp unutarak patronun o uzun keyifli boş zamana sahip olmasının ardındaki şeye odaklanacağım belki de. Tabii ki elimde bir kılavuz olacak ve yer yer referans gösterilecek.

Çalışmanın ıstırap verici yorgunluğunu uzun zamandır düşünürken bunun neye sebep olduğunu acemi şekilde sorgulardım. Uzun zaman önce rutinin asıl kötülük kaynağı olduğunu tespitlerken, konuyu daha etraflı ve sistemli ele alanların sebebini çok önce koyduklarını daha sonra fark ettim. Rutin, benim düzensiz hayatımın keyfiliğini yok etmiş olduğundan tüm günahların kaynağı olarak görülmekteydi. Belli saatlere sıkıştırılan faaliyetin kendisini sorgularken onu aşındırmak değildi amacım. Belki de buna karnı tok olanın düşünsel aktiviteye katılabileceği yargısıydı beni gerçekten uzaklaştıran. Çünkü ilkin aç karnı doyurma gerçekliği sorunun keşfini yapmaya engel çıkarmaktaydı. İşte bu yüzden ilk referans gerçeği çıplak bir şekilde öne serdi.

“İş [çalışma, emek] kapitalist toplumdaki tüm zihinsel yozlaşmaların, bütün örgensel bozuklukların nedenidir.” (Tembellik Hakkı)

Bunun ne tür bozukluk yarattığını keşfetmek zor olmasa da bir anlığına yaptığımız işi (o her ne ise) bırakıp neden devamlı aynı şekilde çalışmak zorunda oluşumuzu düşünelim. Bu, gün doğmaya yakın işe yetişmeye çalışırken de olabilir, duvar örerken de. Hatta yorgun argın eve dönerken de olabilir. Sürekli yapılan, asla doyurmayan o işin kendisini düşünelim ve senelerdir o işin yarattığı rutini. Ne tür bilgelik sağladığı?

Hiç!

Kocaman, saygı duyulan bir rutine sahip olmanın karın doyurmadığını belirtmeliyiz. Bunun ne zamandan beri değer olarak görüldüğünü bilemesem de (şüphesiz bozulmanın takibini de zorlaştırmaktadır) en azından ufak meşum bir sezgi, rutine dair uzunca bir zaman önce belirmişti. Sabahın erken saatlerinden kalkıp akşamın altısına ya da daha geç bir saate kadar çalıştığımda neden durmadan bunu sürdürmem gerektiğini düşündüm. Tüm günü çalışarak geçiren kişinin kalan saatte eve yetişmek için otobüs peşinde koşmasını asla anlayamadım. Hatta o servis aracının boğuculuğunun da beni rahatlığa yaklaştırmasını benimsemedim. İş için doğrulan araçlardan başka da bir şey olmadığımız hissiyatını o rutinden edindim. Bir müteahhitin apartmanına alçıpan taşırken ya da bir çocuğun izleyeceği animasyonun karakterini tasarlarken mutlu olamazdık çünkü işin öncesindeki kafa rahatlığı çoktan uçmuştu. Ve kalan saatte onu yakalamamın imkânı yoktu. Kaldı ki işin kendisi tüm rahatlığımızı yok etmişti. Ya bel ağrısıyla ya da uykusuzluktan şikâyet ediyorduk. İnsanların bir rutine sahip olmadan evvel ne yaptığını araştırmak çok zor değil! Asıl merak ettiğim konu hiçbir şeye sahip olmadan durmadan çalışılmaya neden itirazın edilmediğidir.

“İşçi sınıfı basit görüşlü iyi niyetiyle beyninin yıkanmasına izin verdi; çünkü doğuştan coşkunluğuyla çalışmanın ve yoksunluğun içine körü körüne atıldı. Kapitalist sınıfsa, kendini tembelliğe ve zoraki zevk alışlara, verimsizliğe ve aşırı tüketime mahkûm edilmiş buldu.” (Tembellik Hakkı)

Bazılarımızın ayak ayaküstüne atıp rahatlıkla tatil yapması, yemesi içmesi yani bu dünyanın nimetlerinden faydalanması için gerekli olan şeyin çoğunluğun çalışmasıymış! Öyle miymiş? Ağaoğlu’nun kumdan kale apartmanları, Koç’un takımını, Ülker’in gofret kadar gevrek sanat merakını düşünürsek sahiden bir takıma başkanlık edecek veya pahalı hobiler edinecek fırsatları ancak büyük şirketlere sahip olmakla başarabilirdik.

Evet, cebinde tek kullanımlık otobüs bileti yerine milyon dolarlık şirketin adı olduğu kimliği taşımıyorsak bunlar sahiden pahalı hobiler olacaktır. Bizim en pahalı aktivitemiz memleket ahvalini mahalle kahvesinde tartışmamızdır. Gerçi mahalle kahvesinin dumanlı ve futbol sesiyle dolu ortamında bir iki kelam etsek de tespitimiz üç çay borcunun utancıyla ezilebilir.

Fakat neyi yapamayacağımız ortadır. Mesela 15 günlük yıllık izni ve verilen maaşların yaşam standartlarımıza olan direngenliğini düşünürsek asla rahat bir tatil yapamayacağız. Bazılarımız (çok az bir kısım) şansının yaver gitmesiyle daha fazla tatil ve ücret sahibi olsa da bu ülkedeki çalışanların büyük kısmının asgari ücret ve tatil ile yaşamını sürdürdüğü gerçeği........

© Birikim